
Maalesef herşey şakalı günler kadar neşeli değildi Teftiş Kurulunda. Sevdiğim insanların yaptıkları yanlışlar daha çok acıtıyordu canımı. Bir yol ayrımındaydım. Bana müsade diyip, bir kısım arkadaşımın yaptığı gibi kenara çekilmek ve etliye sütlüye karışmamak mümkündü elbette. Ama ben kalmayı ve dilimin döndüğü, gücümün yettiği kadar yanlış ile mücadele etmeyi tercih ettim. Yanlış bulduğum hiç bir uygulamının altına imza yada paraf atmadım ve yapılanın yanlış olduğunu usulü çerçevesinde söyledim çalıştığım tüm Kurul Başkanlarına.
Başkan yardımcısı olarak çok sık olmamakla birlikte bir kısım, özellikli, soruşturmaları yürüttüğümüz de oluyordu ve bir müfettiş arkadaşım ile birlikte o günlerde Tarım Reformu Aksaray Bölge Müdürülüğünde, Tarım Reformu Genel Müdürü, eski Başmüfettişimiz Yahya Sedat Aktuğ ile ilgili bir şikayeti soruşturuyorduk.
Çok sık rastlanılan bir durum değildi soruşturduğumuz konu. Şöyle ki; Bakanlığımız üst düzey bürokratları ile ilgili şikayetler, ya isimsiz imzasız şikayet dilekçeleri ile veya sahte isimler ile yapılırdı ama bu defa Aksaray Bölge Müdürülüğünde görevli bir Şube Müdürü bizzat isim ve imzası ile şikayet ediyordu kurumun Genel Müdür’ünü.
Soyismini hatırlayamadığım Şube Müdürü Osman bey’e ilk görüşmemizde bu detayı aktararak ve kendisini cesaretinden dolayı takdir ettiğimi söyleyerek başladım söze. Bu nedenle şikayetini en ince ayrıntısına kadar inceleyeceğimizi, şayet iddiaları doğru ise gereğini yapacağımızı söyleyip, iddiaların doğru çıkmaması durumunda ise kendisi ile ilgili bir yaptırımın kaçınılmaz olduğunu vurguladım.
Kendinden emindi ve “Şeriatın kestiği parmak acımazmış üsdadım.” Şeklinde karşılık verdi.
İlginç bir insandı Osman bey. Kurumun Genel Müdürü dışında geçmiş tarihlerde Genel Müdürlük ve Bakanlık Müfettişlerini de şikayet etmişti. Müzmün bir şikayetçi ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyordu ve şayet yaptığımız işten tatmin olmaz ise bizi de şikayet edeceği açıktı. Çalıştığımız odaya gelirken kuçağında bir yığın klasör ve kanun kitapları ile gelmişti. Hem kitapların belirli sayfaları hem de klasörler küçük renkli fostitler ile doluydu. Ses tonu çok yüksekti. Kavga eder gibi konuşuyordu.
Konuşmaya başlamasından kısa bir süre sonra sözünü kesmek zorunda kaldım.
– “Osman bey, bir konuda anlaşalım. Kavga mı ediyoruz, konuşuyormuyuz? Şayet kavga ediyorsak ben de sesimi ona göre ayarlayacağım. Zira dışardan duyan, senin bize fırça attığını düşünecek.”
Özür diledi. Eşinin de kendisini sürekli olarak bu konuda uyardığını ama bazan farkında olmadan aynı hatayı yaptığını söyleyerek ses tonunu bir süre için de olsa makul bir sevyeye indirdi.
Şikayet konusu da Osman bey’in kişiliği kadar ilginç idi. Bir arkadaşının ifadelerine dayanarak Genel Müdürü şikayet ediyor ama arkadaşının ismini söylemiyordu. Bu arkadaşı Genel Müdürlük Makamında iken Sayın Genel Müdür’ün yapmış olduğu bir telefon konuşmasında, Konyada yapılan bir toprak dağıtım projesi çerçevesinde bir çiftçiye çıkar sağladığına şahitlik ettiğini iddia ediyordu.
Konuyu en ince ayrıntısına kadar inceleyecek, Aksaraydan sonra Konya’ya da gidecek, biraz da şansımızın yardımı ile Sayın Genel Müdür’ün telefonda konuştuğu o çiftçiyi bulacaktık. İddiaya konu telefon görüşmesi hem Genel Müdür hem de çiftçi tarafından doğrulanmakta idi. Ancak durum hiç de Osman bey’in iddia ettiği gibi değildi. Çiftçi, bırakın bir çıkar elde etmeyi hakkı olduğuna inandığı parsellerin dahi kendisine tahsis edilmediğini, mağdur olduğunu, bu konuyu incelerken mağduriyetinin de giderilmesini istiyordu. İncelediğimiz belgeler de konunun iddia edildiği gibi olmadığını, herhangi birine herhangi bir çıkarın sağlanmadığını gösteriyordu.
Soruşturmanın sonunda, işin en başında kendisine açık olarak ifade ettiğim üzere Osman bey’e bir disiplin cezası çıkacaktı ama sanırım samimi yaklaşımımız nedeniyle beklediğimizin aksine Osman bey bizi şikayet etmeyecek hatta sonraki günlerde Ankarada beni ziyarete gelerek yapmış olduğumuz işten kendisinin de tatmin olduğunu gösterecekti.
Bu soruşturma çerçevesinde Aksaray’da 5 gün kalmıştık ve sanırım üçüncü günün sabah saatlerinde, telefonun diğer ucundaki sekreter hanım Ankaradan Kurul Başkan Yardımcısı Faruk Fıratoğlu’nun benimle görüşmek istediğini söylüyor, Faruk bey ise, kalmakta olduğumuz Polis Evinden kendisi için de bir yer ayırtmamızı, akşam saatlerinde Aksaray’da olacağını, Sayın Başkan’ın (Yavuz Kavruker) ikimize bir rapor havale ettiğini ve Olur’unu acilen istediğini, o nedenle bahse konu rapor ile birlikte Aksaray’a geleceğini o gece raporu okuyup Olur hazırlamamız gerektiğini ifade ediyordu.
O akşam Aksaray Polis Evinin bir odasında, esasen Faruk bey’in gelirken gözden geçirdiği, her ikimizin de dönem arkadaşı Başmüfettiş Metin Süerdem tarafından kaleme alınmış, Diyarbakır İl Müdürlüğü bünyesinde, İl Müdürü’nün (Mustafa Kayhan) talebi ile incelenen hububat desteklemesi ile ilgili raporu hızlı bir şekilde yeniden okuduk.
Raporda incelenen konu kısaca şu şekilde idi. Diyarbakır İl Müdürlüğü desteklemeler kapsamında farkına varmıştı ki, hububat desteklemesi için başvuran çok sayıda çiftçi, aynı zamanda Diyarbakırda meydana gelen bir tabi afet (dolu hasarı) sonrası karşılaştıkları zararın ilgili fondan karşılanması için de müracaat etmişler, içerisinde Vali Yardımcısının da bulunduğu 7-8 kişiden oluşan doğal afet tespit komisyonu mahallinde yaptıkları tespitlerde, tarlalardaki hasar miktarını her bir çiftçi için ayrı ayrı tutanağa bağlamıştı. Her bir çiftçinin tarlasındaki ürün ve bu ürünün ne kadarlık bir zarara uğradığı 7-8 imzalı tutanaklar ile ortaya konulmuştu. Tarlaların tamamına yakınında ürün mercimek olarak gözüküyordu ve sorun da işte tam olarak burada idi.
Mercimek o yıllarda destekleme kapsamında değildi. Bu çiftçiler desteklemeden faydalanmak için tarlalarında buğday varmış gibi beyanda bulunmuşlar ama sonrasında, yaşanan doğal afet nedeniyle ortaya çıkan mağduriyetlerinin tespiti ve giderilmesi için yeniden İl Müdürlüğüne müracaat etmişler ve bu müracaat sonrası mevzuatı gereği bizzat tarlaların başında yapılan tespitlerde, tarladaki ürün Vali Yardımcısının başkanlık ettiği komisyon tarafından mercimek olarak imza altına alınmıştı.
İl Müdürlüğü bu çelişkili durumun farkına varmış ve konunun müfettiş marifeti ile incelenerek uygulamaya esas talimatın bildirilmesini talep etmişti.
Hasar tespit tutanaklarındaki ürün itibariyle hububat desteklemesinden faydalanmaları mümkün olmayan çiftçiler için herhangi bir desteklemenin ödenmesi mümkün değildi ve ilave olarak bu kişiler ile ilgili 5 yıl süre ile her türlü desteklemeden yararlanamama gibi cezai yaptırımlar gerekiyordu.
Peki raporda ne mi deniliyordu konuya ilişkin; Hasar tespit komisyonunun düzenlemiş olduğu tutanaklar, hasar miktarları itibariyle kabul ediliyor ancak tarladaki ürün çelişkisine hiç değinilmiyordu. Çiftçiler için öngörülen tek yaptırım hasar miktarları kadar düşük desteklemeden faydalanmaları idi. Örneğin %40 hasar görmüş bir tarla için, ortalama verim hesabı ile tespit edilen toplam destekleme miktarının %40 daha düşük ödenmesi öngörülüyordu.
Bu yaklaşımın en büyük gerekçesi, çiftçilerin müraccat dosyalarında yer alan Toprak Mahsülleri Ofisine ait buğday alım makbuzları idi. Hasar tespit tutanakları itibariyle mercimek ürettiği görülen çiftçiler TMO Diyarbakır Şube Müdürlüğüne buğdat satmış gözüküyorlardı.
Çelişkinin giderilmesi yönünde Hasar Tespit Komisyonu Başkanı Vali yardımcısının veya komisyon üyelerinin beyanı da alınmamıştı.
Faruk bey’e raporun bu haliyle Olur’a bağlanmasının mümkün olmadığını, iki gün içerisinde Aksaray’daki işimizin biteceğini, kendisinin de bizimle birlikte Aksaray’da kalmasını, hem raporu daha derinlemesine inceleme şansımızın doğacağını, hem de Ankara’ya dönüşte Başkan bey ile konuyu detaylı olarak tartişma şansımızın olacağını söyledim. Ve öyle de yaptık. Cuma günü mesai bitimini müteakip belediye otobüsü gibi koltuk araları dahi tıka basa dolu bir otobüs ile Aksay’dan Ankara’ya döndük.
Konu acildi ve hemen ertesi gün, Cumartesi sabahında Başkan bey’in makamında toplanmıştık. Metin bey, Faruk bey ve ombusman olarak emekli üstadımız İsmet Kınay.
Ne mi oldu? Bir kez daha hatırlatmam gerekirse Sayın Bakan Mehmet Mehdi Eker Diyarbakırlıydı ve rapora konu çiftçiler Diyarbakır çiftçileri idi. Evet tahmin edeceğiniz üzere kimseyi ikna edebilmem mümkün olmadı. Rapor Olur’undan ismim çıkarıldı ve rapor mevcut haliyle Olur’a bağlandı.
Bu olaydan 5 yada 6 ay sonra Diyarbakır İl Müdürü Ankara’ya gelmişti. Metin abi ve İl Müdürü Mustafa Kayhan ile birlikte öğle arası Kızılay’da yürümekteydik. Mustafa bey samimi bir şekilde koluma girmişti. Metin abi bizden bir iki adım öne geçerek bize döndü ve gülerek Mustafa bey’e;
– “Bu koluna girdiğin adam varya? Bu, benim yazdığım Diyarbakır Hububat desteklemesi raporuna paraf koymadı.”
İkimiz de şaşırmıştık. Şaşkınlığı üzerinden ilk atan ben oldum. Bu, o tarihteki haklılığımı ortaya koyabilmek adına bir fırsat olabilirdi. Durdum ve Mustafa bey’e dönerek;
– “Müdürüm, ben senin sözüne inanırım. O tarlalarda mercimek mi vardı, buğday mı vardı?”
Mustafa bey hafifçe güldü ve;
– “Yalan söyleyip de dinden mi olalım üstadım. Mercimek vardı…”
