İhtiyarın Dişlerini Sökmüşün Be Bahadır!

maxresdefault

Başkan yardımcısı olarak hiç sevmediğim iş, benden daha kıdemli üstadların raporlarını okumak ve olur’a hazırlamaktı. Zira raporda düzeltilmesi gereken bir husus var ise bunu, daha düne kadar mesleği öğrenmek için yanında göreve gittiğin üstada söylemek ve raporda düzeltme istemek, kendi adıma hiç de kolay değildi.

O gün de işte böyle bir zorluğu yaşıyordum.  Milli Müdafaa Caddesindeki Bakanlık binasında, uzun süre Başkan yardımcısı Mehmet Akardeniz’in oturduğu, sonrasında Teoman Kaya üstadımızın kullandığı küçük odayı henüz Faruk bey ile paylaşmaya başlamamıştım ve masanın karşısında Kurul’umuzun duayen isimlerinden, yaş haddinden emekli olmasına bir iki yıl kalmış İsmet Kınay oturmaktaydı. Adana Zirai Karantina Müdürlüğünde, kurum doktoruna ödenen yüklü müktardaki tazminatın idari ve mali sorumluluğu ile ilgili bir rapor düzenlemişti ve   bence bir kaç noktada  olaylara yaklaşım makul gözükmüyordu.

Ses tonum en alt seviyede, kelimelerim seçilmiş kelimelerdi ancak tüm gayretime rağmen İsmet bey giderek sinirleniyordu. Bir süre sonra artık koltukta oturmuyor, en yüksek perdeden raporunu kimseyle tartışmayacağını, gerekirse bir dilekçe verip emekliliğini isteyebileceğini bağırıyordu yüzüme karşı. Her ne kadar daha sonra bu konuyu gülerek hatırlarlen; “Raporumu kimseye tartıştırtmam dememişimdir. Ben eleştiriye açık biriyim” şeklinde bir düzeltmede bulunmuş idiyse de, sanırım bu karışıklık, o anki kızgınlığı nedeniyle söylediklerini hatırlayamamasından veya söylemek istemediği şeylerin ağzından kaçmış olmasından kaynaklanıyordu.

Bence makul olmayan hususları, “Üstadım şu noktayı anlayamadım.” diyerek dile getiriyor, “Acaba şöyle de değerlendirilemez miydi?” diyerek devam ediyordum ama ne kadar alttan alırsam alayım bu durum İsmet bey’i sakinleştirmeye yetmiyordu. Yaklaşık bir saat sürdü bu tartışma. Sonunda bir çözüme ulaşamadan  bitirdik görüşmeyi. Sinirli bir şekilde terketti odayı. 12 raund dayak yemiş bir boksör gibi bir süre kalkamadım oturduğum koltuktan. Sonra uzun süre ertelediğim tuvalet ihtiyacı geldi aklıma ve hızla yerimden kalktım. Tam kapıdan çıkarken pencerenin önünde duran sehbanın altında bir şey ilişti gözüme. Yakından baktığımda bunun bir damaklık olduğunu şaşırarak gördüm. Konuşmanın şiddetinden olsa gerek, İsmet bey’in ağzından fırlamış ve yine konuşmanın hararetinden olsa gerek bunu ne ben ne de İsmet bey farketmemişti.

Çekmecemden birkaç peçete aldım ve yerde duran damaklığı bu peçetelere sararak İsmet bey’in odasına yöneldim. Bir yadan hızlı adımlarla gidiyor, diğer  yandan bunu İsmet bey’e nasıl vereceğimi düşünüyordum. Oda kapısı açıktı. Çerçeveyi tıklatarak girdim içeri. Rahmetli Seçkin Can köşedeki, İsmet bey kapının hemen solundaki masada oturmaktaydı. Benim içeri girmemle birlikte sohbet kesildi ve gözler bana döndü. Elimdeki peçete yumağını İsmet bey’e uzatırken; “Üstadım odamda düşürmüşünüz sanırım bunu.” diyebildim.

Şaşkın gözlerle aldı ismet bey uzattığım peçete yumağını. Halen ne olduğunu anlamamıştı. O, peçete yumağını açarken Seçkin bey’de boynunu uzatarak merakla izliyordu açılan yumaktan ne çıkacağını.

Çıkan şey hem İsmet bey için hem Seçkin bey için tam bir süprizdi ve odadaki sessiziliği Seçkin bey’in davudi sesi ve kahkası bozdu.

– “İhtiyarın dişlerini sökmüşün be Bahadır!…”

Bu vesile ile; Çanakkale de denetim yaparken, görevi başında geçirdiği kalp krizi sonucu rahmetli olan Seçkin bey’i de saygıyla anıyorum. Kendisiyle göreve gitme şansım hiç olmadı ancak Başkan yardımcısı olduktan sonra odama sık sık gelir ve “Dilim şişti dilim” diyerek söze başlar, “Seninle sohbet etmeyi seviyorum zira sözümü hiç kesmiyorsun. Bazı densizler bırakmıyorlar ki iki laf edelim.” diye devam ederdi üstad. Ben de aldığım tembihe riayet eder ve hiç sözünü kesmeden dinlerdim üstadın uzun denetim anılarını. Mekanı cennet olsun…

Yorum bırakın