Nitelikli Bir Dolandırıcılık Hikayesi

nokianin-efsane-telefonlari0

Senelik izne ayrılan Kurul Başkanı  Sabri Uyanık’a vekalet ile başlamıştı Yavuz Kavruker’in Başkanlık macerası. Sanırım 2004 yılının ortalarıydı ve şeklen, mahkeme kararı gereği göreve başlayacak olan İlhan bey ile karşılaşmaması gerekçesi ile izne gönderilmişti Sayın Uyanık. Yada ona öyle söylenilmişti. Zira Sayın Kavruker vekaleten oturduğu bu koltuktan 2009 yılı sonlarına kadar kalkmayacaktı.

Üç kişi olarak başladığımız, sonraki yıllarda 5’e kadar çıkan Başkan yardımcıları arasında, 5 yıllık sürecin başından sonuna yardımcı olarak görev yapan, Yavuz bey’e en yakın isim bendim. Yada kendi adıma öyle düşünmekteydim.  Bu  beş yıl boyunca bir çok şey paylaştık Yavuz bey ile ancak Yavuz bey’in benimle dahi paylaşmadığı yine bir çok anısı olduğundan da emindim. Ağzı sıkı bir başkandı Yavuz bey ve ileriki tarihlerde yapacağım bir şakaya gönderme yaparak, emekli olup Bodrum’a yerleşince anlatacak çok şeyi olduğunu söylerdi. Ben ondan önce emekli olup Amerika’ya yerleştim. Bir gün o anılarını dinleme şansım olurmu bilmem lakin benim burda anlatacak onun ile ilgili çok anım olduğu kesin.

Antalya’nın Akseki ilçesinden olan Yavuz bey, bu ilçenin tipik özelliklerini sonuna kadar taşıyan bir kişiliğe sahipti. En sevdiği şey Kayseri’li ile Akseki’linin cimrilik konusunda birbirleri ile yarıştığı bir fıkra idi ve her vesile ile bu fıkrayı benden dinleyip Akseki’linin kazandığını duymayı çok severdi. Şöyleydi fıkra;

“Mahalle kahvesinde o gün, bir  Akseki’li ile bir Kayseri’li, kimin daha cimri  (Yavuz bey’e anlatırken  cimri yerine tasarruflu kelimesini tercih ediyordum) olduğu konusunda yarışıyorlarmış. Bu sırada bir sinek gelip Kayseri’linin içmekte olduğu çay bardağına düşüvermiş. Kayseri’li önce, yarısından fazlası dolu, içerisine sinek düşmüş bardağa, sonra, kendini seyreden kalabalığa bakmış. İtina ile tutmuş sineği kanatlarından, çıkarmış bardağın içinden ve bacaklarından süzülen çay damlaları bardağa düşecek şekilde bir iki sefer silkeledikten sonra bırakmış ve çayını içmeye devam etmiş.

Olacak buya; aynı sinek bu sefer Akseki’linin bardağına düşmüş. Akseki’li de tutmuş sineği kanatlarından, Kayseri’li gibi silkelemiş bardağa ama bununla da yetinmemiş. Dudaklarının arasına götürerek hüüüüpppp diye çekmiş sineğin vucudunda kalan son çay damlacıklarını ve öyle bırakmış sineği.

Fıkranın tam burasında patlatırdı Yavuz bey soyismi gibi gevrek kahkasını ve “Nasıl yapmış üstad? Nasıl yapmış?” diye tekrar tekrar dinlemek isterdi Akseki’linin zaferini.

“Nitelikli dolandırıcılığa” geçmeden önce ileriki yıllarda yaşayacağım yine Yavuz bey’in ne derece tutumlu olduğu  konusunda küçük bir anıyı daha burada paylaşmak istiyorum.

O gün kapısını tıklatarak girdiğim makam odasında, Yavuz bey; üstad sen anlarsın bunlardan, şu cep telefonuna bir baksana diyerek makam masasının çekmecesinden bir cep telefonu çıkararak bana uzattı. Bilgisayar konusunda o yıllarda kendime yetecek kadar bilgi sahibiydim belki ama cep telefonaları konusunda pek birşey bildiğim söylenemezdi.

Yine de aldım elime Sayın Başkan’ın uzattığı telefonu. Bir dönemin efsane modeli  Nokia 8210 du bu telefon. Uzun süre hoyrat ellerde kullanıldığı anlaşılıyordu. Zira köşeleri aşınmış, bazı tuşların üzerindeki rakamlar okunmaz olmuştu.

– “Hayırdır Başkanım?”

– “Hanımın telefonu bozuldu. Bu gün tanıdık bir tamirci var ona gitmiştim. Bu telefonu önerdi.”

– “Gösterdiniz mi bunu yenganıma?”

– “Yok daha göstermedim.”

– “Bence hiç göstermeyin, yada gösteriken tetikte bekleyin. Zira yenganım kafanıza fırlatabilir bu telefonu.”

Telefonun görüntüsü veya hoyrat kullanılmış olması konusundaki eleştirilerim pek etkilememişti Sayın Başkanı ama, ikinci el telefonların çalıntı olabileceği ve yeniden kullanıma girdiğinde bunun tespit edilebildiği konusundaki telkinlerim etkili olacak ve Yavuz bey bu telefonu almaktan vaz geçecekti.

Tasarruflu bir kişiliğe sahip olması ile ilgili; Yavuz bey’in biraz kızdığı, Genel Müdür Hüseyin Velioğlu’nun ise çok güldüğü ve uzun süre her vesile ile hatırlattığı bir şaka da şu şekilde idi: Emekli olan müfettişlere Kurulun hediye ettiği kol saatlerinden sohbet edildiği bir sırada Hüseyin bey; “Yavuz bey  emekli olunca Kurul olarak ne hediye edeceksiniz?” diye sormuş,  “Çok özel bir bir hediye düşünüyoruz… Bir para sayma makinesi alacağız Sayın Başkan’a” şeklindeki cevabıma uzun süre gülmüştü.

Son yıllarda “İtibardan tasarruf olmaz” düsturu ile yönetilen kamuda, lüks ve şatafat ile kurum yöneten idarecileri, kamunun imkanlarını şahsi çıkarları için sonuna kadar kullanan yöneticileri düşününce, Yavuz bey’in eşine kullanılmış telefon almayı düşünen yaklaşımı karşısında saygı ile eyiliyorum.

Evet Yavuz bey ağzı sıkı bir müfettiş ve başkandı ve ben kendi hakkımda “Nitelikli Dolandırıcılık” iddiası ile bir soruşturma yürüttüğünü ancak başkanlığa vekalet etmeye başlayıp, bu soruşturmayı Metin Suerdem’e devredince öğrenebilecektim.  Zira Metin bey, bu konuda Yavuz bey’in tam tersi bir yapıya sahipti.

Şikayet dilekçesinin altındaki iki imza, Bakanlık Araştırma Pilanlama ve Koordinasyon (APK) Kurul Başkanı Tayfur Çağlayan ve APK da Daire Başkanı Rahim Yeni’ye aitti.  İddia ettikleri şey; benim sırf yurt dışına gidebilmek için Araştırma Genel Müdürlüğüne geçtiğim, eğitimimi tamamlamamı müteakip Teftiş Kurulu’na geri döndüğüm idi. Bu geçiş işlemini nitelikli dolandırıcılık olarak tanımlamışlardı,  Bakanlığın iki üst düzey (!) bürokratı.

Peki neden böyle bir şey yapmışlardı? Zira İlhan bey’in görevden ayrılmasından hemen önce almış olduğum soruşturma görevi, Bakanlık APK Kurul Başkanlığında idi ve her iki isim de bu soruşturma sonrası hem disiplin cezası alacaklar hem de yargılanacaklardı.

Şikayet konusu, o dönem henüz kapatılmamış olan Zirai Donatım Kurumundan, geçici görev ile APK Kurul Başkanlığında görevlendirilen bir Ziraat Mühendisinin istifa ederek ayrılmadan önce 6 ay süresince kuruma hiç gelmediği ve bir Amerikan tohumculuk firması olan Monsanto’da tam gün çalıştığı halde Bakanlıktan maaş almaya devam ettiği şeklinde idi.

İncelemem sonucu konunun tamamen doğru olduğunu görecektim.

Konu özetle şöyleydi: Soruşturmaya konu Ziraat Mühendisi APK da görevlendirilmesini müteakip 6 ay ücretsiz izin almış ve Monsanto isimli firmada çalışmaya başlamıştı. Bu konuda mevzuat çok açık olmayıp ücretsiz izin alan bir kamu görevlisinin dışarda başka bir iş yapıp yapamayacağı tartışma konusu olsa da, olay bununla kalmamıştı. 6 ayın bitiminde şahıs yeni bir dilekçe ile bir 6 ay daha ücretsiz izin istemiş ve Kurul Başkanı Tayfur Çağlayan bu dilekçeyi uygun görüşle Zirai Donatım Kurumuna göndermişti. Oysa ki; o dönem geçerli mevzuat gereğince bir devlet memuru 6 aylık ücretsiz izini memuriyet hayatı boyunca yalnızca  bir sefer kullanabilirdi.

APK Kurul Başkanı bu açık mevzuat hükmüne rağmen şahsın dilekçesini uygun görüş ile Zirai Donatım Kurumuna göndermiş ancak Kurum, yasayı da hatırlatan cevabi yazıda, bunun mümkün olmadığını, dolayısıyla adı geçenin 6 aylık ücretsiz izninin bitimini müteakip göreve başlaması gerektiğini, bu tarihin kendilerine bildirilmesini istemişti.

Zirai Donatım Kurumuna giden ikinci yazıda; yine Tayfur Çağlayan, 6 aylık ücretsiz iznin bitimini takiben, adı geçenin  göreve başladığını bildiriyordu.

Ancak adı geçen Ziraat Mühendisi aldığım savunmasında, hiç de böyle demiyordu. Vermiş olduğu ikinci 6 aylık ücretsiz izin dilekçesinin uygun görüş ile Zirai Donatım’a gönderilmesi nedeniyle izninin uzatıldığını düşünmüş, bu nedenle de iş yerine hiç gelmemişti.

Monsanto firması da bu kişinin bahse konu tarihlerde mesai saatleri dahilinde kurumlarında çalıştığını ifade ediyordu.

Adı geçen açısından cevaplanamayan konu ise ikinci 6 ay süresince ücretsiz izinli olduğunu düşündüğüne göre neden banka hesabına yatan maaşlarını çektiği idi. Zira APK Kurul Başkanlığının “göreve başladı” yazısını müteakip Zİrai Donatım Kurumu, adı geçenin maaşlarını düzenli olarak banka hesabına yatırmış ve bu maaşlar adı geçen tarafından peyder pey çekilmişti.

Her ne kadar banka kartını kaybettiğini ve maaşını çeken kişinin kendisi olmadığını iddia ettiyse de bu kabul edilebilir bir savunma olarak değerlendirilmeyecek ve takip eden süreçte devlet memurluğundan istifa ettiği için disiplin cezasına çarptırılamasa da, Kurul Başkanı Tayfur Çağlayan ve görevli gözüktüğü ancak mesaisine devam etmediği Dairenin  Başkanı Rahim Yeni ile birlikte yargılanmaktan kurtulamayacaktı.

İşte bu çok açık ve net soruşturmada kendilerine haksızlık ettiğimi düşünen bu iki isim; benim, daha önceki bölümlerde uzun uzun anlattığım Amerka’da master yapabilmek için bir noktada zorlandığım kurum değişikliğini nitelikli dolandırıcılık olarak yorumluyorlardı.

Kitabın orta yerinden yapılacak bir değerlendirmede; iftira niteliğindeki bu mesnetsiz iddialarından dolayı kendilerinin ceza alması gerekiyordu belki ama yürütülen incelemede ne bana ne onlara herhangi bir cezai yaptırım teklif edilmeyecekti.

Genel altında yayınlandı.

Yorum bırakın