
Yavuz bey, Başkanlığa vekalet etmeye başladığı ilk gün, işe makam odasında yığın yığın duran raporların tamamını, Başkan yardımcılarına havale etmekle başlamış, oda yeniden makam odası görüntüsüne bürünmüştü. İlk icraatlardan bir diğeri de, Hacı Sabri döneminde muvaffak olamadığım odaların tamamına internet bağlantısı sağlanması ile ilgili olacaktı. Her odaya sadece bir hat çektirebilmiştik ama bu bile o gün için büyük bir yenilikti. Kısa süre sonra ilk radikal karar da geldi. İlhan bey döneminde Başkan yardımcısı olan ve Hacı Sabri’nin değiştirme ihtiyacı duymadığı iki isim, Mehmet Ali Katı ve Teoman Kaya’nın yerlerine Metin Suerdem üçüncü Başkan yardımcısı olarak atanmıştı.
O gün günlerden Salı idi ve İlhan bey’in Çarşamba sabahı Mahkeme kararı gereğince yeniden göreve başlaması bekleniyordu. Yavuz bey’in, “İçerisinde ne var bilmiyorum ama bu koli bir süre senin odanda dursun diyerek verdiği karton kutu, çalışma masamın altında durmaktaydı. Bir süreliğine varlığını dahi unutmuştum bu kutunun. Zira kafam İlhan bey’in göreve başlamasını müteakip, bana karşı tavrının ne olacağı ile meşguldü. Deli dana soruşturması ile sıkıntılı bir süreç yaşadığı gerçekti ve Kurulda genel bir kanı olarak bu soruşturmanın baş müsebbiplerinden biri olarak görülüyordum. Dolayısıyla, bu gelişmenin beni de sıkıntıya sokacağı gerçekti.
Yavuz bey koliyi bana teslim ettikten sonra Kuruldan ayrılmıştı. Mesai bitmiş ben de çıkmak için hazırlanıyordum. Yavuz bey’in Başkanlığa vekalet etmeye başlaması ile birlikte geç saatlere kadar Kurulda bekleme uygulaması da bitmişti. Çoğu zaman mesai bitimi ile birlikte Başkan yardımcıları da Kurulu terk ediyordu.
Çantamı hazırlamış çıkmaya hazırlanıyordum ki gözüm masanın altındaki koliye takıldı. Çıkmadan önce içine bir göz atmak istedim. Koli kapaklarını aralayarak bir deste evrak çıkardım masamın üzerine. En üstte duran Malatya Meyvecilik Araştırma Enstitüsünden gelmiş bir şikayet dilekçesi idi. Yaklaşık iki yıl önce yazılmış bir sayfalık kısa bir şikayet dilekçesi. Altında isim ve imza bulunan dilekçede özetle; Kurum sekreterinin kuruma ait resmi araç ile araba sürmeyi öğrenirken aracı bir ağaca çarptığı, aracın tamir masraflarının Kurumun dönersermaye hesaplarından ödendiği ve kusurlu personel ile ilgili hiç bir işlem yapılmadığı iddia ediliyordu. Kurula her gün onlarcası gelen sıradan bir şikayet dilekçesi idi ilk bakışta. Bu dilekçenin neden bir iş dosyasında değil de bu kolide olduğunu anlamaya çalışırken dilekçenin arka yüzünün tertemiz olduğunu fark ettim. Yani Kurulun evrak kaydına girdiğine dair kaşe vurulmamış ve Kurul Başkanı tarafından herhangi bir havale notu düşülmemişti. Gözlerime inanamıyordum. O kolinin içi benzer dilekçeler ile doluydu. Dilekçeler, üzerlerinde Kurul Başkanlığının isim ve adresi yazılı zarfları ile birlikte evrak kaydına alınmaksızın adeta tarih sırası ile muhafaza edilmişlerdi bu kolide.
Heyecanlanmış ve şaşırmıştım. Böyle bir usulsüzlüğün en son olması gerektiği yerde, Teftiş Kurulu Başkanlığında, önümde bir koli dolusu sümen altı edilmiş şikayet dilekçesi durmaktaydı. Yavuz bey’i cepten arayıp bilgi verdim. O da şaşırmıştı. “Aman üstad, iyi muhafaza et o kutuyu. Mümkünse kilitli bir yere koy. Yarın detaylı bir şekilde inceleriz” dedi.
Dilekçeler İlhan bey’in göreve ilk başladığı tarihe kadar uzanıyordu. Türkiyenin dört tarafından gelmiş, bir kısmının altında isim ve imza bulunmasa da bir çoğu isim, imza ve adres içeren seksen küsür dilekçe. İçlerinde taahütlü olarak gönderilenler bile vardı.
Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair kanun gereğince altında isim ve imza olmayan ve somut iddiaları içermeyen bir kısım dilekçe ile ilgili herhangi bir işlem yapmama imkanı bulunmakta ise de, bunun yolunun dilekçeyi evrak kaydına almayıp, koli içerisinde muhafaza etmek olmadığı açıktı. Kaldi ki, daha önce de ifade ettiğim gibi çok sayıdaki dilekçede bu yönü ile herhangi bir eksiklik yoktu.
Odamın kapısını düzenli olarak, Kuruldan her ayrılışımda kitliyor olmama rağmen, bu kutuyu masamın derin olan çekmecesine kilitliyip öyle çıktım.
O akşam eve dönerken metroda ve gece boyu bu konuyu düşündüm. İlk olarak böye bir olay Teftiş Kurulu Başkanlığında nasıl olabilirdi? Sonra, bu dilekçeleri evrak kaydına almayıp, amiyane tabir ile sümen altı eden irade, bunları neden imha etmeyip biriktirmişti? En azından görevden alınmasını müteakip makamı yeni başkan’a devrederken bunları yanına alması gerekmez miydi? Öte yandan, yeni gelen başkan, yani Sabri Uyanık, makam odasındaki bu kutuya ilk vakıf olduğunda işlem başlatması gerekirken neden hareketsiz kalmıştı? Eski Başkan, haksız yere görevden alındığı iddiası ile Bakanlık aleyhine dava açmişken elinin altındaki bu usulsüzlüğe sessiz kalmak nasıl izah edilebilirdi? Veya böyle bir kozu geride bırakan eski Başkan, hangi cesaret ile Bakanlık ile mahkemeleşebilirdi?
Cevabı zor sorulardı bunlar. Dolıyısıyla ne o gün, ne de daha sonra bulamadım cevaplarını.
Ertesi gün, İlhan bey’in göreve başlaması ve aynı günün akşamı Bakan talimatı ile bir ay için görevlendirildiği İzmir ili’ne hareket etmek üzere Kuruldan ayrılması ile geçti. Kendisi ile hiç karşılaşmadık. Kurula geldiği saatlerde odamda kalmayı tercih etmiştim ve o da beni herhangi bir gerekçe ile makama çağırmamıştı. Sonradan gördüğüm, makama oturduğu kısa süre içerisinde baktığı ve havale ettiği üç beş evraktan birinin de benim ismime olduğu idi.
Dolayısıyla bir kutu dolusu, kayıta alınmamış şikayet dilekçesini Yavuz bey ile incelememiz ertesi güne kalmıştı. Bu süre zarfında dilekçeleri tarih sırasına dizmiş, nereden geldikleri ve konuları itibariyle bir dizi pusulası da hazırlamıştım.
İlk değerlendirmemiz, konunun çok büyük bir usulsüzlük olduğu yönündeydi. Yıllar itibariyle sistematik olarak bir kısım şikayet dilekçesi işleme konulmamış, suçun zaman aşımına uğramasına sebep olunmuş, bir kısım kişiler korunup kollanmıştı. Bu yönü ile İlhan bey’in sorumluluğu tartışılmaz bir gerçekti ancak kafaları karıştıran durum, bu konuya, göreve başladığı gün veya takip eden günlerde bir şekilde vakıf olan veya olması gereken Hacı Sabri’nin neden bir soruşturma başlatmadığı idi. Esasen işleme konulmamış bu dilekçelerin varlığından haberdar olduğu günden itibaren bir ay içerisinde herhangi bir soruşturma başlatmadığı için, suç İlhan bey açısından zaman aşımına uğrarken, sorumluluk Hacı Sabriye geçiyordu. Disiplin hukukunun cilvesi, kasıtlı olarak bu dilekçeleri işleme koymayan kişi ile ilgili işlem yapma imkanı ortadan kalkarken, iş bilmezlik yada saflık olarak nitelenebilecek bir davranış nedeniyle ikinci derecede suçlu olan birinin cezalandırılması söz konusu idi.
Bu durum ne Yavuz bey’in ne de benim içime sinmemişti. Belki biraz duygusal düşündük ve Disiplin Hukukunun gereğini yapmadık ama kendi adıma söyleyebilirim ki vicdanen rahattım. Bulduğumuz çözüm şu şekilde işledi;
Kutuyu Yavuz bey yeniden teslim aldı ve bir kaç gün sonra, bir sabah üç Başkan yarımdıcısını da makama çağırıp, makam masasının üzerinde duran tanıdık kutuyu işaret ederek, bu kutuyu o sabah, uzun süredir dokunmadığı, bilgisayar ekranının altındaki dolabı temizlerken bulduğunu, içerisinde işleme konulmamış bir kısım şikayet dilekçesinin bulunduğunu, bizleri bu durumu bir tutanağa bağlamak üzere makama davet ettiğini söyledi. Gerek Yavuz Yüksel gerekse Metin bey çok şaşırmışlardı. Ben de senaryoya uygun olarak şaşırmış gözüküyordum.
Olayı Yavuz bey’in anlattığı şekli ile bir tutanağa bağladık ve altını müştereken imzaladık. Artık olay resmiyet kazanmıştı. Soruşturma halen Kurul Başkanı olan kişi ile ilgili olduğundan soruşturmayı bizzat Bakan Sami Güçlü yürütecekti. Raporu ben kaleme almıştım ama altındaki imza Sayın Bakan’a aitti.
Rapor kapsamında bilgisine başvurulan Sabri Uyanık böyle bir kutunun varlığından bu soruşturma ile haberdar olduğunu, Başkanlık yaptığı süre zarfında bilgisayar ekranının altında duran dolabı hiç kullanmadığını ve içinde ne olduğunu kontrol etmediğini söylüyordu. İlhan bey ise bu dilekçelerin kendisi tarafından incelendiğini, Dilekçe Hakkının Kullanılması Hakkındaki Kanun gereğince, tamamının işleme konulmaması gereken dilekçeler olduğunu iddia ediyordu.
Oysa ki önemli miktardaki dilekçe kanunda öngörülen şekil şartlarını taşıyordu ve daha önce de ifade ettiğim üzere bu şartları taşımasa bile Kurula gelmiş bir dilekçenin evrak kaydına alınmaksızın Kurumun arşivi dışında makam odasında bir koli içerisinde muhafaza edilmesi kabul edilemezdi. Kaldı ki; bu dilekçelerden halen incelenme şansı bulunan bir kısmı için Bakan Olur’una dayalı olarak, gecikmeli de olsa inceleme yaptırılacak ve örneğin Malatya Meyvecilik Araştırma Enstitüsü’nde, kurumun resmi aracı ile şöförlük öğrenirken ağaca çarpan kurum sekretiri ile ilgili iddianın tamamen doğru olduğu anlaşılacaktı.
Neticede ne mi oldu?
Sayın Bakan tarafından Sabri bey’in beyanı yeterli, İlhan bey’in savunması yetersiz bulundu. İlhan bey aylıktan kesme cezası ile tecziye edildi ve hakkında yargılanmasını teminen soruşturma izni verildi. Her iki karara da itiraz etti İlhan bey. Soruşturma izni verilmesi kararına yapılan itiraz Danıştay tarafından kabul edilerek, ortada yargılanmayı gerektirir bir suç olmadığına karar verildi. Aylıktan kesme cezasının iptali için açılan dava ise uzun süre sonra, yanlış hatırlamıyorsan çıkan disiplin affı nedeniyle konusuz kaldı.
Her ne kadar bu soruşturma raporu İlhan bey’in ikinci sefer görevden alınmasına ilişkin açmış olduğu davada kullanılacak ve yeniden iptal kararı alamamasında önemli rol oynayacaktıysa da bir müfettiş olarak her yönü ile son derece açık olan bir suçun dahi, adının önünde Yüksek ibaresi olan bir mahkeme tarafından görmezden gelinmesi içimi acıtmaya devam edecekti…
