
Değişik bir çalışma anlayışı vardı Hacı Sabri’nin. Yazılmış raporların tamamını, önemli önemsiz ayrımı yapmadan okumaya çalışıyor, yüzlerce sayfa raporu satır satır okuduktan sonra Başkan yardımcılarına havale ediyordu. Önümüze gelen raporların sayfa kenarlarında kurşum kalemle alınmış notlar, basit toplama işlemlerinin kontrol edildiğine dair çek işaretleri buluyorduk. Hal böyle olunca raporlar odasında birikiyor, düzenlenen raporların incelenip olura bağlanması ayları buluyordu. Makamına girenler odanın her yanında, okunmayı bekleyen yığın yığın klasörler ile karşılaşıyorlardı. Gün boyu ziyaretçileri hiç eksik olmuyor, gelenler saatlerce makamı işgal ediyorlar, zaman zaman gizli kalması gereken kritik konuları bile bu misafierlerin yanında konuşmak zorunda kalıyorduk. Gün boyu ziyaretçiler eksik olmayınca işler mesai sonrasına sarkıyor, Kurulu terketmemiz, kimi zaman gece yarısına kadar uzuyordu.
Bu karmaşanın içinde yine çok tuhafıma giden bir diğer manzara ise; ziyaretçilerin elini eteğini çektiği, akşamın geceye döndüğü saatlerde, Hacı Sabri’nin odasında tek başına, ayakkabılarını çıkarıp makam koltuğunda dizlerini karnına çekmiş bir vaziyette, sanki koltuğa çömelmiş gibi, rapor okuması idi.
Tahmin etmenin çok da güç olmayacağı üzere, Bakanlığın denetim faaliyetleri de hiç iyi gitmiyordu. Bir türlü sonlandırılamayan soruşturmalar bu dönemin tipik özelliği idi. Personel Genel Müdürlüğünde bir yılı aşkın süredir devam eden inceleme-soruşturma bir türlü bitirilemiyor, Hukuk Müşavirliğinde bir evrak memuru ile ilgili açığa alma kararı yanlış hatırlamıyorsam 6. sefer uzatılıyordu. Günaydoğu’da pamuk ekim alanlarının uydu görüntüleri ile tespiti ve haksız ödenen destekleme miktarlarının tespiti ile ilgili bence hatalı oldugunu düşündüğüm bir yaklaşım sebebiyle çok sayıda üretici mahkemeye veriliyor, Kurulun kendi içinde bu konuda farklı müfettişlerin yapmış olduğu farklı raporlar bir biri ile çatışıyordu.
İşte tam da bu karmaşanın ortasında geldi Danıştay’ın eski Başkan İlhan Palabıyık’ın göreve iadesini öngören “Yürütmenin Durdurulması” kararı. Daha önce de ifade ettiğim üzere, görevden alınması sırasında kendisinden Başbakanlık Müşaviri olarak atanmak üzere görev talep eden bir dilekçe alınmış ve bu talep doğrultusunda Başbakanlık Müşaviri olarak atanmıştı İlhan bey. Ve Danıştay’ın bu konuya bire bir uyan; “Görevden alınan bir idarecinin açmış olduğu iptal davası devam ederken, kendi talebi doğrultusunda başka bir göreve atanması durumunda, dava konusu idari işlem neticesi itibariyle ortadan kalkmış olacağından, karar verecek bir dava konusu da kalmayacaktır.” şeklindeki istişari görüşü İdarenin savunmasına eklenmişti ve bu görüş ile paralel bir karar beklenmekteydi. Ancak hiç de beklendiği gibi olmamış, Danıştay’ın; “İlhan bey’in Başbakanlık Müşaviri olarak atanma talebi, Kurul Başkanlığından vazgeçtiği anlamına gelmemektedir.” şeklindeki kararını Türkçe dilbilgisi kuralları içerisinde mantıklı bir şekilde yorumlamak mümkün olmasa da, İdarenin kararı uygulamaktan başka bir seçeneği kalmamıştı.
Kararın uygulanabilmesi için İdareye tanınan bir aylık sürenin dolmasına günler kala, makamın devir teslimi sırasında İlhan bey ile karşılaşmamalarını teminen Bakanlık Hacı Sabri’yi senelik izne ayırmış ve vekalet görevi oda arkadaşım Yavuz Kavruker’e verilmişti. İlk aşamada geçici bir vekalet gibi görünen bu görevlendirmenin esasesen kalıcı olduğu ise bir süre sonra anlaşılacaktı.
Yanlış hatırlamıyorsam bir Çarşamba günü öğlene doğru geldi İlhan bey makamına oturmak üzere. Kendisi ile hiç karşılaşmadık. Odamda kalmayı tercih etmiştim. Anlatılanlara göre bir poşet içerisinde masasına yeniden koymak üzere isimliği ile birlikte gelmişti. Sanırım bu göreve iadenin çok kısa süreceğini tahmin etmiyordu makamına yeniden otururken.
İlhan bey makamına oturmadan hemen önce, Yavuz bey elinde küçük bir koli ile odama gelecek ve “Üstad içinde ne var kontrol edemedim ama bu kutu bir süre odanda dursun.” diyerek Başkanlık makamında bulduğunu ifade ettiği bir kutu dolusu evrakı bana teslim edecekti. Bu kutunun hikayesine daha sonra dönmek üzere yeniden gündeme dönecek olursak;
O gün Bakan Sami Güçlü Van ilinde incelemelerde bulunuyordu ve İlhan Bey makama oturduktan bir kaç saat sonra Kurulun faks’ına gelen Bakan talimatı; “İzmir ilinin tarımsal potansiyelinin incelenmesi, sorunlar ve çözüm önerileri” konusunda bir çalışma yapmak üzere İzmir ilinde görevlendirildiği ve o günün akşamı İzmir’e hareket edilmesi gerektiği talimatını içeriyordu.
Bu defa, bir kaç saat oturduğu makam koltuğunu bir daha oturmamak üzere terk edecekdi İlhan bey.
Bir aylık süre zarfında yeniden görevden alınacak, bu defa Teşkilatlanma ve Destekleme Genel Müdürlüğü’ne ziraat mühendisi olarak atancak, İzmir’de yürüttüğü çalışma yetersiz bulunacak, deli dana soruşturması çerçevesinde almış olduğu aylıktan kesme cezası ve detayını daha sonra anlatacağımı söylediğim bir kutu dolusu gizemli evrak ile ilgili alacağı ikinci bir aylıktan kesme cezası, yeniden iptal kararı almasına engel olacak ve bir süre sonra emekliliğini talep edecekti.
Evet Bakanlık İlhan bey ile ilgili sorunu kendince çözmüştü. Dolayısıyla Haci Sabri geçici süre için kalktığını düşündüğü Başkanlık Makamına yeniden dönmeyi düşünüyordu. Ancak gelişmeler gösterecekti ki, bunu düşünen sadece kendisi idi. Günler geçiyor ama Sabri bey ile ilgili atama bir türlü yapılmıyordu.
Bir akşam üzeri oda telefonum çaldı. Karşıdaki isim Hacı Sabri idi. Şaşırmıştım. Kısa süreli bir hal hatır sorma faslından sonra, Hacı Sabri benimle yüz yüze konuşmak istediğini söyledi.
“Odamdayım üstadım” dedim.
“Yok, odanda olmaz…”
Kısa bir sessizlik oldu. Ne demem gerektiğini düşünüyordum. Benim birşey dememe gerek kalmadan kendisi devam etti.
“Bu akşam mesai çıkışı Demetevler metro istasyonuna gelebilirmisin? Ama kimseye söyleme bu görüşmeyi…”
Tuhaf bir durumdu. Başkanlığa vekalet eden isim, çok samimi olduklarını düşündüğüm dönem arkadaşı idi ve kendisi iki yıla yakın bu Kurulda başkanlık yapmış biriydi. Makul olan Başkanlık makamında hep birlikte yapacağımız bir görüşme, yada odamda yapılacak bir görüşme idi belki ama talep edilen mekan casusluk filimlerini anımsatan bir metro istasyonu idi.
“Tamam” dedim. Telefonu kapattık. Düşünüyordum. Mevcut Başkan yardımcıları içerisinde, Hacı Sabri’nin en az samimi olduğu kişi bendim. Daha uzun süre birlikte çalıştığı yarımcılar yerine neden benimle görüşmek istiyordu.
Sanırım yine kendisini uyanık beni saf sanıyordu. Yavuz bey’in diğer Başkan yardımcılarına kıyasla benimle daha samimi olmasını gözeterek, benim ağzımdan, olan bitene ilişkin birşeyler öğrenmek istiyordu.
Yaptığım belki etik değildi ama bu durumu Yavuz bey ile paylaştım. Netice de karşı tarafın da iyi niyetli olmadığını düşünüyordum. Güldü Yavuz bey. “Git tabi üstad. Merakta kalmasın Hacı Sabri” dedi.
Herhangi bir şey söylememem konusunda bir telkinde bulunmadı, zira ne olup bittiğinden gerçekten haberim yoktu. Yavuz bey ağzı çok sıkı bir müfettişti. Olan biteni ancak olup bittikten sonra öğrenebiliyorduk.
Saat 18.30 da Demetevler istasyonunda metrodan indiğimde, Hacı Sabri’yi beni beklerken buldum. Çok da içten gelmeyen bir tokalaşma ve kafa tokuşturmadan sonra, onun talebi doğrultusunda bir pastaneye oturduk. İki dondurma söyledi. Aç karnına pek gitmese de, itiraz etmedim. Neticede misafirdim.
“Eeee ne var ne yok Kurulda?”
“Bıraktığınız gibi Sayın Başkanım… Sizi bekliyoruz. Ne zaman dönüyorsunuz?”
Ne diyeceğine karar veremedi bir süre. Ben ondan önce davranmış sorgulanan değil sorgulayan pozisyonunu kapmıştım.
“Belli değil henüz?”
“Sayın Bakan ile görüşme imkanınız olmadı mı hiç?”
“Hayır… Söylentiler ne yönde Kurulda? Ne düşünüyor müfettişler?”
“Metin abi Ankara dışında görevde. Dolayısıyla pek dedi-kodu da yok ortalıkta?”
Karşılıklı güldük. Metin abinin (Suerdem) en çok sevdiği ve sıklıkla yaptığı şeydi, bazan kendi fikirlerini bir yerlerden duymuş gibi anlatmak, bazan da gerçekten duyduğu dedi-koduları başkaları ile paylaşmak.
“Yavuz bey ne düşünüyor bu konularda?”
“Sayın Başkanım Yavuz bey sizin dönem arkadaşınız. Samimiyetinizin benden daha fazla olması gerekir. Neden bir gün ziyaret edip, bu konuları bizzat kendisi ile yüz yüze konuşmuyorsunuz?”
Anlamıştı Sabri bey benim ağzımdan laf alamayacağını. Bir süre daha havadan sudan konuşup, dondurmalarımızı yedik ve kalktık.
