
2003 yılının ilkbaharıydı. Kurul Başkanı Sabri Uyanık makamına çağırarak, beni Başkan yardımcısı olarak görevlendirmek istediğini söyledi. Bir süredir beklediğim bir haberdi bu. Sevinmiştim. Teşekkür ettim. Mevcut yardımcılardan Fatih Köseoğlu görevinden ayrılmış ve Bufalo operasyonunda birlikte çalıştığım dönem arkadaşım Yavuz Yüksel ile yollarımız bir kez daha kesişmişti. Benimle birlikte Başkan yardımcısı olarak görevlendirilen ikinci isim Yavuz bey idi. Yavuz bey Fatih Köseoğlunun odasında oturacak bense halen oturmakta olduğum küçük odayı Yavuz Kavruker ile paylaşmaya devam edecektim. Sanırım çalışma odasını bir müfettiş ile paylaşan ilk ve tek Başkan yardımcısı bendim. Arkadaşlarım bunun doğru olmadığını, Yavuz Kavruker’in masasını başka bir odaya taşımasının gerektiğini söyleseler de bu durumu önemsediğim yoktu.
O gün Başkanlık makamını terkederken kendi kendime söz verdim. Çok sevdiğim Başkan yardımcısı arkadaşlarımın hiç sevmediğim davranışlarını yapmayacaktım. Neydi bu davranışlar?
Kimileri tarafından belki takım ruhu olarak değerlendirilebilir ancak ben yadırgıyordum, üç Başkan yardımcısının tesbih tanesi gibi Başkanın arkasında dolaşmalarını. Örneğin Bakanlığın bodrum katındaki mescide, her cuma namazı, sıkça kullanılan lakabı ile Hacı Sabri’nin önde, Başkan yardımcılarının arkada girmeleri ve Hacı Sabrinin elinde çorapları olduğu halde ıslak ayakları ile insanların secde ettiği halılara basarak ön saflara doğru ilerlemesi, bu gün dahi, düşünürken beni irrite eden bir manzara idi. Bu manzaranın bir parçası olmak istemiyordum.
Benzer görüntüler her öğle yemeğinde de tekrarlanıyor, Hacı Sabrinin hiç eksik olamayan genellikle Elazığ eşrafından misafirlerinin de eşlik ettiği grup ile öğle yemeğine çıkılıyordu. Bakanlık hizmet binasının üst katında üst düzey brokratların yemek yediği bir bölüm vardı. Yemek aynı olmakla birlikte sunum şekli daha itinalı idi. Örneğin yemekler tablot tepsileri yerine tabaklarda servis ediliyordu ve Başkan yardımcıları da bu bölümde yemek yiyorlardı. Birileri tarafından fark edildi mi bilmiyorum ama ben genellikle müfettiş arkadaşlarımla birlikte yemek yemeyi tercih ediyordum.
Yadırgadığım bir diğer konu ise, Başkan yardımcılarının sahip olduğu internet imtiyazı idi. Kurulun kendine ait bir hattı yoktu ancak aynı binada hizmet veren Tarımsal Üretim ve Geliştirme Genel Müdürlüğü’nden çekilen hat ile Başkan ve yardımcılarının odasında internet bağlantısı varken, müfettişler Kurul kütüphanesindeki internete bağlı iki bilgisayara mahkum durumda idiler.
Göreve başlamamın hemen akabinde TÜGEM Genel Müdürü eski müfettiş Hüseyin Velioğlunun yanına gittim. Ricam; TÜGEM üzerinden Kuruldaki tüm odalara internet bağlantısı verilmesi idi. “Lafı mı olur” dedi Hüseyin bey ama kablolama işlemine karışmayacağını söyledi. O konuyu da bir başka müfettiş kökenli Genel Müdürümüz Sedat Aktuğ ile çözecek ve kısa sürede elde ettiğimi düşündüğüm bu başarıyı Sayın Başkan ile paylaşmak üzere heyecanla makamına çıkacaktım.
Hesaplamadığım şey ise kıdemli Başkan Yardımcısı ve Hacı Sabrinin sözünden çıkmadığı herkes tarafından kabul edilen Mehmet Ali Katı’nın soyadı ile müsemma tavrı idi. Mehmet Ali bey de o esnada makamda idi ve bu fikre hiç de sıcak bakmıyordu. Gerekçesi güvenlik riski ve müfettişlerin internet üzerinden uygun olmayan sayfalara girme ihtimali idi. Aynı risk ve ihtimalin Başkan yardımcıları içinde geçerli olduğunu, kendimize hak gördüğümüz şeyin müfettişlerden esirgenmesinin doğru olmadığını söylediysem de Hacı Sabri’yi ikna etmek mümkün olmayacaktı. Hayal kırıklığım kelimeler ile ifade edilemeyecek durumdaydı. Tepkimi; “Madem öyle, ben de kendi odama internet bağlantısı istemiyorum.” diyerek gösterdim. Ve bu tepkime rağmen bir kaç gün sonra adeta beni sınamak için gönderilen teknik elemanı da hat çekmesine müsade etmeden geri gönderdim.
Bu çabam bir kaç ay karşılıksız kalsa da Yavuz Kavruker’in Başkanlık koltuğuna vekaleten oturduğu gün ilk icraatı olarak gerçekleşecek ve bu gün için son derece normal ve olmazsa olmaz olarak düşünülen internet bağlantısı, her oda için sadece bir hat olarak olsa da müfettişlerin kullanımına sunulacaktı.
Bu süre zarfında, ben de diğer müfettişler gibi kütüphanedeki internete bağlı bilgisayarı kullanmaya devam ediyordum.
İşte böyle bir gün; o yıllarda oldukça popüler olan 1988 yılında aldığım ve o gunden bu güne kesintisiz kullandığım Yahoo e-posta hesabını kontrol etmek için ilgili sayfayı açtığımda müfettiş Harun Vatansever’in açık bırakılmış e-posta hesabı ile karşılaştım. Hesabından çıkarken “ÇIK” tuşu yerine sayfayı köşedeki çarpıdan kapatmış olduğu anlaşılıyordu.
Hemen oracıkta Harun bey’in hesabından kendime hakaret dolu bir eposta yazıp gönderdim. Sonra Harun bey’in hesabından çıkıp kendi hesabıma girdim ve Harun bey’den gelmiş gözüken e-postayı açıp bir çıktısını aldım.
Sonrası Harun bey için çok büyük bir şaşkınlık ve şok idi. Bu kadar hakareti kaldırmamın mümkün olmadığını, konuyu Başkanlığa ileteceğimi söylediğimde, bu e-postayı kendisinin atmış olamayacağını anlatmak için uzun süre kıvrandı ve bu vesile ile de, yansımasını pek göremesem de, Kurulda en çok sevdiği ve değer verdiği üç beş müfettişten biri olduğumu öğrenmiş oldum.
Fazla uzatmadım şakayı ve e-postasını nasıl kapatması gerektiğini anlatarak olayı tatlıya bağladım. Sanırım Harun bey, e-posta kullanımı hakkında hiç unutmayacağı bir ders almıştı.
Konu bilgisayar ve şakalardan açılmışken, bir kaç yıl geriye gitmek ve Kurulumuzun hanımefendi müfettişlerinden Nihal Marakoğlu’na yapmış olduğum şakayı anlatmak istiyorum.
Başmüfettiş Ali Nihat Tekin başkanlığında İzmir Bakanlık İl Müdürlüğünün normal denetimini yapmaktaydık. Denetimimiz kapsamında İl Müdürlüğüne bağlı Gümüldür Sosyal tesislerinin denetimi de vardı ve bir günlük denetim ziyaretimizde gördüğümüz manzara, durumun normal denetim kapsamında değerlendirilemeyeceği, bir soruşturmanın gerekli olduğu yönünde idi. Son üç yılın muhasebe kayıtlarını alarak İzmire döndük. Amacımız bir durum tespiti yaparak Kurula bilgi vermek ve soruşturma istemekti. Excel formatında uzunca bir liste hazırlıyorduk. Kampta kalanların isim listesi, statüleri, kaç gün kampta kaldıkları ve tahsil edilen para miktarlarını gösterir bir liste idi bu. Yoğun bir çalışmayı gerektiren bu iş için bizimla aynı tarihlerde İzmir Zirai Karantina Müdürlüğünün normal denetiminde görevlendirilmiş Baş Müfettiş Metin Suerdem başkanlığındaki ekibin müfettiş yardımcısı Nihal hanımdan da yardım alıyorduk.
Bir hafta sonu idi ve yardımcılar sabah kahvaltısını müteakip bizden önce çalışmaya başlamışlardı. Ekibimizin yardımcısı Tahir bey tahsilat makbuzlarından isimleri, ünvanları ve tahsil edilen para miktarlarını okuyor Nihal hanım da bilgisayarda bu bilgileri excel ortamında yazıyordu. Çalışmanın sonlarına yaklaşmıştık, dolayısıyla liste oldukça uzundu. Çalışma odamız iki ayrı oda biçimde düzenlenmişti. Sekreterlik gibi düşünülebilecek küçük odada müfettiş yardımcıları bu çalışmayı yaparken biz de iç kısımdaki büyük odada çalışıyorduk.
Yapacağım şakayı Nihat bey’e anlattım ve müfettiş yardımcılarını biraz mola vermeleri bahanesiyle iç kısımdaki odaya çağırtırken ben dışarı çıktım. Nihal hanımın kullandığı bilgisayarın başına geçerek çalışmakta olduğu, açık duran excel dosyasını önce farklı bir isimle kaydettim. Sonra uzun listenin ekranda görünen kısmı dışındaki tüm kayıtları sildim. En az 5 günlük çalışma idi sildiğim liste. İçeri geçtim biraz sohbetten sonra müfettiş yardımcıları yeniden çalışmaya döndüler. Nihal hanım farketmemişti listenin önemli kısmının silindiğini. Kayıt işlemi bir süre daha devam etti. Sonra yürütülen çalışmaya nezaret etmek maksadıyla yanlarına geçtim. Bir süre sonra Nihal hanım’a toplam kaç kişi kaydettiğimizi ve parasal tutarı sordum. Nihal hanım kendinden emin bir şekilde ekrana döndü. Tüm kaydın ekranda görülen 20-25 isimden ibaret olduğunu anlaması bir kaç saniye almıştı. Şok olmuş gözlerle önce bana sonra diğer müfettiş yardımcısı Tahir Avan’a baktı. Sonra yeniden bana baktı. Sesi ağlamaklı idi.
– “Üsdadim ben birşey anlamadım” diyebildi.
– “Neyi anlamadın Nihal hanım?”
– “Burda sadece 25 isim var…”
Gözleri dolmuştu. Şakayı daha fazla uzatmadım. Bilgisayarda herzaman yedekli çalışmak gerektiğini ve bilgisayarı terkederken çalışmakta olduğu dosyayı açık bırakmaması gerektiğini hiç unutmayacak şekilde öğrenmişti…
