
“Bu iddiaların, Başmüfettiş Mehmet Akif Bahadır’ın eksik ve Yetersiz incelemesinden kaynaklandığı anlaşılmıştır.”
Evet, aynen bu cümle ile bitiyordu Tarım Bakanlığı Teftiş Kurulu’nun iki duayen! Başmüfettişi tarafından yazılmış inceleme raporu…
Peki neydi bu eksik ve yetersiz incelemenin konusu?
Önceki yazılarımda kısaca bahsettiğim ve konu bütünlüğünü bozmamak adına ötelediğim, TBMM’nde, Yolsuzlukları Araştırma Komisyonunda yürüttüğüm görev çerçevesinde yapılmış, o yıllarda henüz kapatılmamış olan Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulunu ilgilendiren tespitlerdi bunlar.
Daha önce de belirttiğim üzere; komisyondaki görevim, Bakanlık ve bağlı Genel Müdürlüklerin Teftiş Kurullarınca gerektiği gibi incelenmemiş konuların tespiti idi. Deli dana hastalık riski taşıyan canlı hayvan ve hayvansal ürünlerin ithalatına izin verilmesi, Bakanlık Teftiş Kurulu ile ilgili tespit olarak Komisyonun nihai raporunda yer alırken, bu raporda yer verilecek önemde olmadığı değerlendirilen Köy Himetleri Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu ile ilgili tespitlerim Bakanlık Teftiş Kurulunca değerlendirilmek üzere Komisyon Başkanı İstanbul Milletvekili Azmi Ateş’in imzası ile Bakanlığımıza gönderilmişti.
Yanlış hatırlamıyorsam 5 maddeden oluşuyordu iddialar. Konulardan ikisi Diyarbakır Bölge Müdürlüğünün yedek parça alımları ile ilgili, birisi Genel Müdürlük lojmanlarının yakıt giderlerinin hatalı hesaplanması ve oturanlardan, olması gerekenden daha düşük oranlarda tahsil edilmesi ile ilgili idi. Bu üç konuda çok iddialı değildi tespitlerim ve konuların bir kez de Bakanlık Teftiş Kurulunca değerlendirilmesinin yerinde olacağını belirtiyordum ancak iki konu daha vardı ki, amiyane tabir ile yenilir yutulur cinsten değildi.
Bu konulardan ilki o yıllardaki ismi ile “Men-i Muhakeme” kararı ile neticelendirilmiş bir fezleke idi. Yani incelemeye konu kişilerin yargılanmalarına gerek olmadığı kanaatine varılmıştı.
Rapor; Diyarbakır Koyhizmetleri Bölge Müdürlüğünce bir firmaya 8 adet derin kuyu pompasının bakım onarımı için, gerçekte böyle bir hizmet verilmediği halde ödeme yapıldığı iddiası üzerine düzenlenmişti.
Yaklaşık 10 sayfadan ibaret çok ince bir rapordu bu rapor ancak düzenleyip Kurula teslim etmek, Başmüfettiş Sinan Soylu’nun yine yaklaşık iki buçuk yılını almış, suça konu fiillerin işlenildiği tarih itibariyle ceza verme zaman aşımının dolmasına iki ay kala Kurula teslim edilmişti.
O yıllardaki mevzuat gereğince düzenlelen tüm “Men-i Muhakeme” raporları Danıştay’a gönderiliyordu. Danıştay incelemesinde sonucun “Luzum-u Muhakeme” ye dönmesi ve muhatapların yargılanabilmesi mümkündü.
Yani 10 sayfalık raporun iki buçuk yıl bekletilmesinin amacı, verilmiş olan “Men-i Muhakeme” kararının Danıştay tarafından bozulmasının önüne geçmek olabilirdi.
Nitekim rapor Kurula teslim edildikten kısa süre sonra Danıştay’a gönderilmiş, yanlış hatırlamıyorsam 5 ay kadar sonra dosyayı ela alan Danıştay, fiillerin işlenildiği tarih itibariyle ceza verme zaman aşımının dolduğu gerekçesi ile raporu içerik yönü ile incelemeksizin kararı onamıştı.
Peki içerik neydi?
Şikayete konu ödeme belgesinde Diyarbakır Köy Hizmetleri Bölge Müdürlüğü’nün bir firmaya 8 adet derin kuyu pompasının bakım onarım ve montaj işi için ödeme yaptığı görülmekte idi. Miktar tam hatırlayamamakla birlikte bu günkü para birimi ile 15- 20.000 TL civarında bir miktardı. Yani çok yüklü bir miktar değildi ancak ödeme belgesinin ekinde olması gereken hemen hiç bir evrak yoktu. Bu pompaların nerede olduğu, bakım onarım ihtiyacının nereden kaynaklandığı, alınan bu hizmetin kim tarafından kontrol edildiği gibi hiç bir belge ve bilgiye yer verilmemişti.
Sinan Soylu ilk iş olarak Diyarbakır Bölge Müdürlüğü bünyesinde bir heyet oluşturmuş ve heyetten bu pompaların nerede olduğunun tespitini istemişti. Kısa süre sonra heyet üyelerince imzalanmış bir tutanakta bu 8 derin kuyu pompasının nerelerde olduğu bilgisi ile birlikte, adı geçen firma tarafından bakım ve onarımı yapılan bu pompaların montaj işleminin taraflarınca yapıldığı bilgisine yer verilmekte idi.
Sinan Soylu bir de makine mühendisi bilirkişi çalıştırmıştı. Bilirkişi bir sayfadan ibaret raporunun girişinde; yüksek basınç altında çalışan bu pompalarda üç yıl önce bakım onarım işlemi yapılıp yapılmadığını anlamanın o tarih itibariyle mümkün olmadığını belirtiyor, son paragrafında ise hangi seri nolu pompanın hangi tarihli teslim belgesi ile tahsis edildiği bilgilerini sıralayarak bu işlemlerin usulüne uygun yapıldığı bilgisi ile sonlandırıyordu raporunu.
Müfettişin “Men-i Muhakeme” kararı temel olarak bu bilirkişi raporu üzerine oturtulmuş, ancak bilirkişinin söylediği şeyler tersine yorumlanırken, söylemediği şeyler sanki söylemiş gibi ifade edilmişti.
Raporun sonuç bölümünde hatırladığım kadarıyla şu cümlelere yer veriliyordu;
“Bilirkişi raporunda da ifade edildiği üzere, incelemeye konu derin kuyu pompalarının bakım onarım işlemlerinin usulüne uygun olarak yapıldığı ve ödeme miktarlarının piyasa fiyatlarının altında olduğu anlaşılmıştır.”
Bilirkişi; bakım onarım işleminin usulüne uygun olup olmadığı konusunda tespitin zaman itibariyle mümkün olmadığını belirtirken, yapılan ödemelerin piyasa fiyatları ile kıyaslanması konusunda tek kelime etmiyordu ama Müfettiş bunları bilirkişinin ağzından yazmakta bir behis görmemişti.
Bilirkişi raporunun Müfettişe teslim edilmesinden sonra uzun bir bekleme sürecine giriliyor ve ikibuçuk yıl sonra bir kişinin savunması alınarak tanzim edilen rapor Kurul Başkanlığına teslim ediliyordu.
Kurul Başkanı Süleyman Çambaşı’nın makamına çıkarak, bu müfettiş ile görüşmek istediğimi ifade ettim. Köy Hizmetleri Teftiş Kurulunda bazı müfettişler ile tanışıklığım olmakla birlikte Sinan Soylu ile tanışmıyorduk. Süleyman Bey Sinan Soylu’nun Erzurumda denetimde olduğunu, dilersem derhal çağırabileceğini söyledi. İşi bir iki güne bitecek ise bitirip gelmesini, yok uzayacaksa takip eden hafta başında Ankarada olmasını istedim.
Pazartesi sabahı, Süleyman Bey’in makamındaydık. Kısa tanışma faslının ardından Sinan Soylu cebinden küçük bir kutu çıkararak;
– “Üstad bilirsiniz Erzurum’un oltu taşı tesbihleri meşhurdur. Gelirken sizin için gümüş kakmalı bir tesbih getirdim.”
Şaşırmıştım. Bir müfettiş yeni tanıştığı ve kendisi ile ilgili inceleme yapacağı anlaşılan bir başka müfettişe nasıl olurda, böyle bir hediye vermeyi düşünebilirdi?
– “Bilirim Sinan Bey, üniversiye yıllarım Erzurumda geçti. Nazik düşünceniz için teşekkür ederim ama tesbih çekme alışkanlığım hiç olmadı. Eminim bu alışkanlığı olan biri için çok daha kıymetli bir hediye olacaktır bu tesbih. Ben teşekkür edip almıyım bunu.”
Sanırım şaşırma sırası Sinan Soylu’da idi. İçanadolu insanına özgü şivesi ve kalın sesi ile karşılık verdi.
-“Küfretsen daha iyiydi üstad. Altı üstü bir tesbih…”
– “Çok sinirlenmediğim sürece küfür de etmem Sinan bey… Ve henüz çok sinirlenmedim.”
Bu diyaloğun sonunu iyi görmeyen Süleyman bey devreye girdi;
– “Sok o tesbihi cebine Sinan… Müfettiş bey teşekkür etti işte, daha ne uzatıyorsun!”
İşte ilk konu bu müfettişin yazmış olduğu fezleke ile ilgili idi.
Peki ikinci konu?
İkinci konu; esasen bir örneğini bu olayda da gördüğümüz, bir kısım incelemenin çok uzun süre müfettişlerin üzerinde kalması olayı idi. Çok sayıda konunun rapora bağlanıp Kurula takdim edilmesi 3-4 yıl gibi makul şartlarda kabulü mümkün olmayan süre almıştı. Rekor ise 8 yıl idi. Bir müteahhide yapıldığı iddia edilen fazla ödemenin incelenip rapora bağlanması tam 8 yılda tamamlanmıştı. Bu süre zarfında yanlış hatırlamıyorsam Başkanlık iki sefer yazılı olarak müfettişi uyarmış ama başkaca bir işlem de yapmamıştı.
Dolayısıyla mevcut sistemde suçluların gerektiği gibi cezalandırıldığını söylemek, denetimin caydırıcılığından bahsetmek söz konusu değildi.
İşte bu tespitler idi benim eksik ve yetersiz! incelememe dayanan ve neticesinde hiç bir işlem yapılmayacak tespitlerim.
O günlerde henüz Başkan yardımcısı olarak görevlendirilmemiştim ama Başkan Sabri Uyanık ile daha sık görüşmeye başlamıştık. İşte bu görüşmelerin birinde Meclisten gelen benim yukarıda bahsettiğim tespitlerimin incelenmesini teminen Başmüfettişler Sedat Karaarslan ve Sebahattin Yüksel’i görevlendirdiğini söyledi Sayın Başkan. Neden böyle bir görevlendirme yaptığını anlayamamıştım. Zira o günlerde Sebahattin bey deli dana soruşturması ile ilgili zor günler geçiriyor ve bu olayların sorumlusu olarak beni görüyordu. Sedat bey ile ise başka sebeplerden pek aramız yoktu.
Üstadlar kısa sürede çalışmalarını tamamladılar ve düzenledikleri İnceleme Raporunu Başkanlığa takdim ettiler.
Sabri bey ise beni şaşırtmaya devam ediyordu. Bir akşam üzeri beni odasına çağırarak iki üstadın düzenlediği raporu bir mağza poşetinin içinde bana verdi ve o günlerde bir inceleme yaptığım Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliğine götürüp kimseye göstermemek ve kimse ile konuşmamak kaydıyla incelememi istedi.
Henüz Başkan yardımcısı falan değildim, bu raporu hangi yetkiyle inceleyecektim bilmiyordum ama iki üstadın hangi gerekçeler ile inceleme raporu yazmış olduklarını görecek olmak heyecanlandırmıştı beni.
İşte bu çarpıcı sonuç cümlesi ile de bu vesile ile karşılacaktım.
Rapor bence tam bir felaket idi. Özellikle yukarıda özetlediğim konularda bu tespitleri çürütecek hiç bir yeni bilgi ve belge ortaya konmazken, Sinan Soylu tarafından düzenlenen raporda bilirkişi olarak çalışan makine mühendisinin yeniden ifadesi alınmış, bilirkişi yine aradan geçen zaman nedeniyle bu pompalarda o tarih itibariyle bir bakım onarım yapılıp yapılmadığının tespitinin mümkün olmadığını belirtmişti. Ancak Üstadlar bu raporun usül ve yasaya uygun olduğunu söylüyorlardı.
Raporların ise genel olarak makül sürelerde düzenlendiğini belirterek, 3-4 yılda düzenlenmiş çok sayıdaki raporun sürelerinin makul olduğunu kabul ediyor, sadece 8 yılda düzenlenen rapor ile ilgili müfettişin yazılı olarak dikkatinin çekilmesini teklif ediyorlardı.
Rapora ilişkin tespitlerimi Sayın Başkana yazılı olarak verdim ve beklemeye geçtim. Bu raporun neticesi bilgi İçin Meclis Başkanlığına da gönderilecekti ve mevcut şekli ile Bakan Olur’una bağlanabileceğini hiç tahmin etmiyordum.
Bu baya uzun bir bekleyiş olacaktı. Yaklaşık üç ay kadar sonra dönem arkadaşım Yavuz Yüksel ile birlikte Başkan Yardımcısı olarak görevlendirildiğimde Olur’a bağlanmak üzere tarafımıza havale edilen ilk raporun bu rapor olduğunu görecek ve bir kez daha şaşıracaktım.
Başkan Sabri Uyanık rapor ile ilgili kendisinin tatmin olduğunu, dolayısıyla Olur’unu hazırlamamızı istiyordu.
– “Başkanım, biliyorsunuz ben bu konuların ihbarcısı durumundayım ve bu rapor benim ile ilgili eksik ve yetersiz inceleme yaptığımdan bahisle yapacak bir işlem olmadığını belirtiyor. Ben bunun altına nasıl paraf atarım? Neden başka bir yardımcınıza havale etmiyorsunuz?”
Aslında anlıyordum Sayın Uyanık’ın bu rapor Olur’unun altında neden benim parafıma ihtiyaç duyduğunu. Bilgi için Meclis Başkanlığına gidecek olan Olur ile ilgili bir soruya muhatap olması halinde; “Bakın ben bu raporu bizzat iddia sahibine inceletmişim. O uygun gördüğüne göre ben ne yapabilirim?” demeyi planlıyordu. Aklınca o Uyanık ben saftım…
– “Sayın Başkan; sanırım beni çok yanlış tanımışınız. Ben bu Olur’un altına paraf atarsam bir daha bu Kurulda kimsenin yüzüne bakamam. Dilerseniz hemen Başkan yardımcılığından ayrılmak istediğime dair bir dilekçe verebilirim ama bu Olur’un altına imza atmam söz konusu değil. Siz madem ikna oldum diyorsunuz, takdir sizin. Ben görevimi yaptım ve doğru olmadığını düşündüğüm konuları bildirdim.Bundan sonrası beni ilgilendirmiyor. İki Başmüfettiş yapacak bir işlemin olmadığını düşünüyor ve siz de ikna oldum diyorsanız bu sizin takdirinizdir. ”
Bu noktada bir öz eleştiri yapmak gerekirse; “Ben görevimi yaptım. Bundan sonrası beni ilgilendirmiyor.” derken Sayın Uyanık’a konunun takipcisi olmayacağımı ima ediyordum ve bu garanti raporun mevcut haliyle Olur’a bağlanıp olayın noktalandırılması açısından onu rahatlatıyordu.
Çok kolay olmayacaktı elbette bu süreç, Süleyman Çambaşı, Sinan Soylu ve bizim Başmüfettişlerimizin katıldığı, ses tonların yükseldiği gergin toplantılar vs. Bu süreçte bir kaç AKP li Milletvekilinin Sayın Başkana ulaştığı da söylentiler arasındaydı ve neticede raporun havalesi benim üzerimden alınacak ve bana bir lütuf olarak “iddiaların benim eksik ve yetersiz inceleme yapmamdan kaynaklandığı” şeklindeki ifade rapordan çıkarılarak Olur’a bağlanacaktı.
Bence böyle bir rapora imza atmak kadar, iki Başmüfettişin imzalayıp verdikleri bir rapordaki kanaatlerini, hangi saikle olursa olsun, Başkanlığın talimatı ile değiştirmiş olmaları da kendi adlarına ayrı bir eksi puandı. Ama bunu önemseyecek insanların işin en başında böyle bir rapor düzenlememeleri gerektiğini düşünürseniz ortada yadırgayacak bir şey de kalmayacaktır.
