BUFALO’DAN DELİ DANA’YA 8 SÜTUNA MANŞET YOLSUZLUK HİKAYELERİ (4)

madcow

Bizim içimiz rahattı. Gerek insan olarak, gerekse bir müfettiş olarak üzerimize düşen görevi yapmış, Başkanlığın ve belki de Sayın Bakan’ın tepkisini de göze alarak, suç olduğunu düşündüğümüz fiilllerin kimler tarafından işlendiğini gözetmeksizin, ulaştığımız tüm bilgi ve belgeleri Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın evrak kaydına sokmuştuk.

Yiğidin hakkını yiğide vermek gerekirse, bu konuda Sayın Başkandan yediğimiz fırça dışında herhangi bir olumsuzlukla karşılaşmadık. Bufala Opersayonu çerçevesindeki görevlendirmeyi müteakip, Ziraat Fakültesinden mezun olduğum 1986 yılından sonra bir daha gitme şansı bulamadığım Erzurum’a, devamında İzmir ve Çanakkale’ye denetime gidecektim. Erzurumda, dönem arkadaşım Metin Suerdem’in heyet başkanlığında iki ayrı araştırma enstitüsünün, İzmir’de yine dönem arkadaşım Ali Nihat Tekin başkanlığındaki heyet ile İl Müdürlüğünün normal denetimini yapacak, Çanakkale’de ise Doğrudan Gelir Desteği ödemelerinin ön denetimini gerçekleştirecektim.

Bu denetimler ile ilgili aklımda kalanları biraz öteleyerek konu bütünlüğünü bozmamak adına yeniden deli dana hastalığı ile ilgili konuya dönecek olursak;

Bizce çok açık olan ve çok ağır sorumluluk içeren üç ayrı konunun incelenmesi sonucu ne mi olmuştu?

İncecik bir inceleme raporu düzenlendi ve herhangi bir suç unsuru tespit edilemediği gerekçesi ile arşive kaldırılması yönünde Bakan olur’una bağlandı.

Peki konu burada kapandı mı?

Bir süre ben dahil herkez öyle sandı. Taki Başbakanlığa ve Teftiş Kurulu Başkanlığına, sonradan hayali bir isim olduğunu öğreneceğimiz Veteriner Hekim Fethi Salur tarafından, 2003 yılının sonlarında yazılacak bir şikayet dilekçesine kadar.

Bu süre zarfında önce iktidar değişmiş, 2002 yılı Kasım ayında yapılan seçimlerden AKP tek başına iktidar olabilecek millet vekili sayısı ile birinci parti olarak çıkmış, devamında önce Tarım Bakanı sonra Teftiş Kurulu Başkanı değişmişti.

Fethi Salur hayali ismi ile yazılan şikayet dilekçesi işte tam da bu kritik döneme denk gelmişti. Bu dilekçenin en ilginç yanı ise şikayet edilen kişinin Mehmet Akif Bahadır, yani bizzat şahsım olmasıydı. Şikayetçi bir Genel Müdür Yardımcısı’nın odasında geçtiğini iddia ettiği olayı detaylı şekilde anlatıyor, ardından bu belgelerin Genel Müdürlükte soruşturma yürüten Mehmet Akif Bahadır’a iletildiğini ancak siyasi saikler ile benim olayı örtbas ettiğimi ve konu ile ilgili hiç bir işlem yapmadığımı iddia ediliyordu.

Bu olaydan, Teftiş Kurulu yeni başkanının beni odasına çağırarak bahse konu dilekçeyi okutması ile haberdar olacaktım. Dilekçe Tarım Bakanlığına hitaben yazılmış olmakla birlikte altında konunun Başbakanlık Teftiş Kuruluna da şikayet edildiği not düşülmüştü. Şaşırmıştım. Yazılanlar bir noktaya kadar doğru idi. Suç duyurumuza konu belgelerin önemli bir kısmını ilgili memurlardan ben almıştım ama Genel Müdürlükte bir heyet olarak çalışmaktaydık ve ben bu heyetin en kıdemsiz müfettişi idim. Şikayet etmek için neden ismim seçilmişti bunu anlamak ne o gün ne de daha sonrasında mümkün olmayacaktı.

Gerek Başbakanlık, gerekse Bakanlık Teftiş Kurullarının gündemini uzun süre meşgul edecek olayın ilerleyen günlerinde, bu şikayet dilekçesinin bizzat benim tarafımdan yazıldığı ve konunun yeniden gündeme gelmesini temin etmek için kendi kendimi şikayet ettiğim bile iddia edikecekti.

Bu gün için geriye, olup bitenlere baktığımda; kulağa hiç de kötü gelmeyen bu senaryo konusunda ben ne olumlu ne olumsuz bir şey söylemeyip, kararı siz okurlara bırakacağım.

Başkan bey beni rahatlatmak adına, merak edilecek bir şey olmadığını, önümüzdeki bir kaç gün içinde bir Başbakanlık müfettişinin benimle görüşmek isteyebileceğini, neticede suç duyurusu yazımızın Kurul evrak kaydında mevcut olduğunu, dolayısıyla rahat olmamı tembihleyecek ve takip eden bir kaç gün meraklı bir bekleyişle geçecekti.

Ve beklenen gün gelmişti.Bir Başbakanlık müfettişi benim çalışma masamda, ben ise küçük çalışma masamın hemen karşısındaki iki küçük misafir koltuğunun birinde oturmaktaydık.

Bir süre konuşmadan önündeki şikayet dilekçesini yeniden okuyan Başbakanlık müfettişi, gözlerini dilekçeden bana çevirerek; “Ne ile suçlandığını biliyormusun?” dedi.

Aslında biliyordum ama “Hayır efendim.” dedim. Kurul Başkanımızın şikayet dilekçesini bana okutmuş olmasını Başbakanlık Müfettişinin ne şekilde değerlendireceğinden emin değildim.

– “Al, oku bakalım suçlandığın konuyu.”

Bir benzerini Kurul Başkanının odasında okuduğum şikayet dilekçesini, sanki ilk defa görüyormuş edası ile yeniden okudum. Ne kadar haklı ve suçsuz olursanız olun, bir müfettiş tarafından suçlanıyor olmanın ve hakkınızda bir soruşturmanın yapılıyor olmasının insana ne gibi duygular yaşattığını bizzat tecrübe etmek de böylece nasip olacaktı. Şu kadarını söyleyebilirim ki hiç de hatırlanmak istenilmeyen dakikalardı bunlar.

– “Öncelikle şu hususu belirtmek isterim ki”

Şeklinde başladım söze. Esasen üç aşağı beş yukarı nelerin sorulacağını biliyor ve bir kaç gündür çalışıyordum vereceğim cevaba.

– “Ben bahse konu görevde kıdem sırası itibariyle üçüncü kişiyim. Benden kıdemli iki başmüfettiş varken neden ben suçlanıyorum anlamış değilim. Ancak bundan daha önemlisi, biz heyet olarak hiç bir şeyi örtbas etmiş değiliz. Tespitlerimizi yazılı olarak Teftiş Kuruluna bildirdik. Şikayet dilekçesine konu olay da bu yazı içerisinde yer alıyor.”

Şaşırmıştı Başbakanlık müfettişi.

– “Bu yazı Kurulunuz evrak kaydına girdi mi?” 

– “Elbette… Devamında Bakan Olur’una bağlanıp başka bir heyet tarafından incelendi üstelik.

Görüşmenin devamında Başbakanlık müfettişi konuya ilişkin iş dosyasının fotokopisi ile düzenlenmiş olan inceleme raporunun bir suretini yanına alarak Kuruldan ayrılacaktı. Bu görüşmenin can alıcı soru ve cevabı ise şu şekildeydi;

– “Siz bu konuda suç var diyorsunuz ama ikinci heyet inceleme raporu düzenlemiş. Ne düşünüyorsun bu konuda?”

– “Biz heyet olarak suç duyurumuzda yer alan her üç konunun da kamu sağlığını yakından ilgilendiren, çok önemli usulsüz uygulamalar olduğunu düşünüyorduk. Bu düşüncemiz halen de değişmiş değil ancak diğer heyetin inceleme raporunu okumadan bir değerlendirme yapmak doğru olmaz sanırım.”

Takip eden hafta tam bir sessizlik ile geçti ve haftanın sonunda Başkan bey’in sekreteri beni arayarak Başbakanlık müfettişinin makamında beni beklediğini söyledi.

Samimi bir havada karşılanmıştım. Kısa süreli hal hatır sormanın ardından;

-“Üstad; hem sizin suç duyurusu yazınızı, hem diğer heyetin inceleme raporunu okudum. Ancak ben ne ziraat mühendisi ne de veteriner hekimim. Dolayısıyla bir karar vermek zor olacak. Senden rica etsem. Bu raporu benim için irdeler ve sence eksik olan yönlerini, gerekçelerinle birlikte, konuya uzak olan insanlarında anlayacağı sadelikte kaleme alabilirmisin? Ama bu konu aramızda kalacak.”

Başbakanlık Müfettişinin bana “üstad” şeklinde hitap etmesi, en azından o gün için bizimle aynı düşündüğü yönünde ilk işaretti ve rahatlamıştım. Bu güne kadar, yani yaklaşık 15 yıl Başbakanlık müfettişi ile benim aramda kalani en yakın arkadaşlarımın dahi bilmediği bu teklif sayesinde, ikinci heyetin raporunu detaylı olarak inceleme ve irdeleme imkanım olacaktı.

Şüphesiz raporu yazan müfettiş arkadaşlar farklı düşüneceklerdir ama meslek hayatım boyunca okuduğum en zayıf üç dört rapordan birisi idi bu inceleme raporu. Madde madde gidecek olursak;

Yasaklama olur formatının değiştirilerek Fransa ve Hollanda menşeli 800 büyük baş hayvanın, bu ülkelerde deli dana hastalık çıkışı resmi olarak deklare edildikten yaklaşık 2 ay sonra ithal edilmesi ve iç yağın hatalı olarak yasaklı ürünler listesinden çıkarılması konuları ile ilgili; sorumlu Genel Müdür ve Genel Müdür yardımcılarının ifadeleri dahi alınmadan, yapılan uygulamanın yerinde olduğu, ithal edilen hayvanların ve iç yağın sağlık sertifikalarının  mevcut olduğu ve bu sertifikalara göre sağlıklı olduklarının belgelendiği, Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre Türkiye’de deli dana hastalığına rastlanmadığı belirtilerek yapılacak bir işlemin bulunmadığı ifade ediliyordu.

Hastalığın kuluçka süresinin literatüre göre 10 yılı bulabildiği, yasaklama olurlarının ithal edilecek canlı hayvan veya hayvansal ürünün sağlık sertifikası olup olmadığını gözetmediği gerçeklerine ise hiç deyinilmiyordu. Olayın bence en üzücü yanı takip eden yıllarda ulusal basında çıkacak olan deli dana hastalığına yakalanan kişilere ilişkin haberler idi. https://www.cnnturk.com/2005/turkiye/05/16/turkiyede.ilk.kez.deli.dana.vakasi/96038.0/index.html

Üçüncü konu ise daha ilginçdi. Yasak kapsamında olan koyun bağırsağı ile ilgili ithalat izni mahiyetinde kontrol belgesi düzenlenmesi ve bu ürünün Mersin Gümrüğünden giriş yapması konusunda, rapor kapsamındaki tek ifade tutanağı olan Mersin Tahaffuzhane Gümrük Veteriner Müdürü’nün ifadesi rapor ekinde yer almakta, Müdür bey bu tutanakta; açık yüreklilikle koyun bağırsağının yasaklı ürünler listesinde yer aldığını, bu ürünün ithal edilmemesi gerektiğini bildiğini ancak kontrol belgesini Genel Müdürlüğün düzenlemiş olması nedeniyle, yanlışlık olmayacağını düşünerek görevlendirdiği veteriner hekimin düzenlediği fiili ithalat izin belgesini onayladığını, yani en azından görevini ihmal ettiğini itiraf etmekte idi.

Daha önce anlattığım üzere bu kontrol belgesini düzenleyen teknik eleman, şube müdürü ve daire başkanının paraflarının bulunduğu suret Genel Müdürlükte bulunamamış, yalnızca Genel Müdür Yardımcısının imzasının bulunduğu suret Tahaffuzhane Müdürlüğünün arşivinden temin edilmişti.  Bu konunun sonucu da bu kayboluş üzerine inşa ediliyor, Genel Müdür Yardımcısının bulunamayan paraflı surette parafları bulunan teknik eleman, şube müdürü ve daire başkanına itimat ederek bu belgeyi imzalamış olması gerektiği, asıl sorumlu olan bu kişilerin ise tespit edilemediği belirtilerek, rapor  yine yapılacak bir işlem bulunmadığı şeklinde sonuca bağlanıyordu.

Teftiş Kurulu tarıhinde bir Genel Müdür Yardımcısının suçlandığı konuda;savunmasını bir yana bırakın, ifadesi dahi alınmadan, yani kendisine birşey sorulmadan, onun adına Müfettiş tarafından açıklama getirilen yegane raporun bu olduğunu sanıyorum. Benzer şekilde eminim ki görevini ihmal ettiğini itiraf eden kurum müdürü de nasıl olup da bu soruşturmadan ceza almadan kurtardığına halen şaşmaktadır.

Çok uzun sürmemişti rapora ilişkin incelemem. Kısa süre sonra bir flopi diske kaydettiğim değerlendirmeler ile yeniden Başbakanlık Müfettişinin huzurundaydım. Hem disketi takdim ettim hem de sözlü olarak önemsediğim konuları anlattım. Teşekkür etti ve beni uğurladı.

Bir süre sonra Teftiş Kurulu Başkanlığına, Başbakanlıktan gelecek yazıda; temel olarak benim tespit ettiğim eksikliklere vurgu yapılarak, konunun eksik incelendiği dolayısıyla yeniden soruşturulması gerektiği hususlarına yer verildiği görülmekte idi.

Şikayet edilen bendim ama netice de benim çok önemsediğim ancak gerektiği gibi incelenmeden arşive kaldırıldığını düşündüğüm konu yeniden açılmıştı.

Peki netice? Bir sonraki bölümde… 🙂

Yorum bırakın