Çok sinirliydi sayın Başkan. Makama çıkmadan önce, herhangi bir tartışmaya girmememiz konusunda sıkı sıkı tembihlemişti bizleri heyet başkanımız. Biz de öyle yaptık… Hiç konuşmadık… Sayın Başkan önünde duran kendisine bilgi vermeksizin Kurul’un evrak kaydına soktuğumuz, 3 maddelik suç duyurusu yazısına bakarak, müfettişin ihbarcı olamayacağını, görevimizi gerektiği gibi yapmadığımızı, eksik bıraktığımızı, bu tespitler çerçevesinde gerekeni yapmamız gerektiğini söylüyordu.
Yaptığımız şeyin tamamen Teftiş Kurulu Tüzük ve Yönetmeliğine uygun olduğunu, zira yazımızda belirttiğimiz konuların soruşturma olurumuzda bulunmadığını, bu konuda bir işlem yapabilmemizin söz konusu olmadığını söylemedik Başkan bey’e. Zira bu noktada tartışmanın bir fayda vermeyeceği konusunda hemfikirdik.
Sayın Başkan, kendi değerlendirmesine göre yarım bıraktığımız bu işi tamamlamak üzere yine bizi görevlendireceğini söyleyerek bitirdi görüşmeyi.
Ama söylediği gibi olmayacaktı görevlendirmeler.
Önce heyetimiz dağılacak, heyet başkanımız ve müfettiş yardımcısı heyetten alınacak ve ben yine benden kıdemli, veteriner hekim başmüfettiş, dönem arkadaşım ile birlikte Bufalo operasyonu çerçevesinde, Mersin İl Müdürlüğü ve Tahaffuzhane Gümrük Veteriner Müdürlüğü personelinin sorumluluklarını incelemek üzere Mersine gidecektim.
Suç duyurusu yazımız ise, bakan olur’una bağlanarak üç kişilik başka bir heyete verilmişti. Heyetin iki üyesi kıdemli başmüfettiş, son üyesi ise yeni müfettiş olmuş genç bir arkadaştı.
Mersin görevi ile ilgili aklımda kalanlar;
Çalışma odamızı İl Müdürlüğünden seçmiştik ve aynı yerleşke içerisindeki, bir kaç odadan ibaret son derece mütevazi kurum misafirhanesinde kalıyorduk. Yoğun bir şekilde, mesai saatlerini gözetmeksizin çalışıyorduk. Tek lüksümüz kurum aşcısının öğle yemeğinden ayırdığı ve bazen ilave salata vs eklediği akşam yemeğimizi yedikten sonra, sahilde yaptığımız akşam yürüyüşü ve o civardaki meşur bir cezeryeciden aldığımız cezeryeyi yürüyüş boyunca yemekten ibaret idi.
Aylardan Kasımdı ve bir Galatasaylı olarak 6-0 lık Fenerbahçe hezimetini yaşamak şansızlığı da bu göreve denk gelmişti.
O gün mesaiyi bitirmiş, daire personelini uğurlamış ancak halen önümüzdeki dosyaları inceleme işini bitirememiştik. Saate aldırış etmeden çalışmaya devam ediyorduk ki, Demirbank’tan, kiredi kartını belirli bir limit dahilinde kullanmak kaydıyla almış olduğum ilk cep telefonum, Mototola Talk About çaldı. Arayan Kayseride avukatlık yapan yeğenimdi. Bir müvekkili ile birlikte Mersine geldiğini, kurum misafirhanesinde kalıp kalamayacaklarını soruyordu. İdari Mali İşler Şube Müdürünü arayıp, misafirhanenin müsait olduğunu öğrendikten sonra, aradım yeğenimi ve iki kişilik yer ayırttığımı belirtip İl Müdürlüğünün yerini tarif ettim.
Yaklaşık yarım saat sonra çalıştığımız odanın kapısı önce çalındı sonra aralandı. Yeğenim Oğuz’du gelen. Epey zaman olmuştu görüşmeyeli, kucaklaştık, kafa tokuşturduk. Oğuz’un bir kaç adım gerisinde biraz ürkek bir kişi daha bekliyordu. Müvekkili olduğunu düşündüğüm ve Oğuz’un neden tanıştırmadığını yadırgadığım bu çekingen kişiyi de kolundan yakalıyıp çektim. Samimi bir şekilde kafa tokuşturuyordum ki Oğuz’un şaşkın sesi bu samimi havayı bozuverdi.
– “Dayı ne yapıyorsun? O sizin güvenlik görevlisi…”
Bu komik ama arkasında önemli dersler saklı olay göstermişti ki; bize hergün hizmet eden personelin yüzüne bakmamak, onlar ile ilgilenmemek ve tanımamak, arada bir hallerini hatırlarını sormamak çok büyük bir yanlıştı.
***/***
Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğünde çalıştığımız dönemde Kurum Genel Müdürü, bir kaç kez, boş olan Genel Müdür Yardıcılığı kadrosu için bir müfettişin görevlendirilmesinin çok yerinde olacağını düşündüğünü, bu konuyu Bakan bey’e açacağını ifaede etmişti. Sonrasında kendi aramızda yaptığımız sohbetlerde de, heyet başkanımız, benim bu göreve çok uygun olduğumu, neden böyle bir şeyi düşünmediğimi ve talip olmadığımı soracak, ben de; yürüttüğümüz soruşturma nedeniyle kurumdaki bir çok kişinin antipatisini kazandığımızı dolayısıyla böyle bir görevlendirmenin sağlıklı olmayacağını ifade edecektim.
O gün yine mesaiyi bitirmiş heyet başkanı ile kurum aşcısının öğle tablotundan bizim için ayırdığı akşam yemeğini yiyoruk. Kurum Müdürü elinde cep telefonu ile yanımıza geldi. Ankaradan Bakanlık İdari Mali İşler Daire Başkanı’nın benimle görüşmek istediğini söylüyordu. Başkan ile tanışıyorduk ama bir samimiyetimiz yoktu. Nitekim cep telefonu numaralarımız da kayıtlı değildi telefonlarımızda. O nedenle İl Müdürünü aramıştı.
Kısa hal hatır sorularından sonra, arama gerekçesini açtı Daire Başkanı.
– “Üstadım; dün Bakan bey ile birlikteydim. Koruma ve Kontrol Genel Müdürümüz de vardı aynı ortamda. Konu boş bulunan genel müdür yardımcılığı kadrosuna yapılacak görevlendirme idi. Senin ismin gündeme geldi. Gerek ben gerekse Sayın Genel Müdür çok olumlu şeyler söyledik seninle ilgili. Sayın Bakan da madem öyle, hazırlayın bir görevlendirme Olur’u getirin önüme dedi. İlk haberi ben vereyim istedim. Hadi hayırlı olsun…”
– “Sayın başkanım, çok teşekkür ederim. İsmimin böyle makamlar için geçmesi ve benimle ilgili sarfettiğiniz olumlu cümleler beni elbette memnun eder.Ancak biliyorsunuz, biz bu Genel Müdürlük ile ilgili bir rapor tanzim ettik ve raporumuz henüz Bakan Olur’una bağlanmadı. Ayrıca ben bir de DGM Savcısı için, bir bilirkişi raporu düzenleyeceğim. Önce raporumuz Bakan Olur’una bağlansın ve ben bilirkişi raporunu bitirip Sayın Savcıya takdim ediyim, sonrasında Sayın Genel Müdür ve Sayın Bakan aynı düşüncede olurlarsa elbette bu görevlendirme beni onurlandıracaktır.”
– “Sen o konuları merak etme Üstad. Ben şimdiden hayırlı olsun diyorum sana.”
Bu görüşmenin bir hafta sonrası Kurban Bayramı idi ve biz görevimize bir iki gün ara verip bayram ve takip eden haftayı Ankarada geçirmek, müfettişlerin kendi aralarındaki tanımlaması ile “silah bakımı yapmak” istiyorduk.
Heyet başkanı dönem arkadaşım, valizimi tamamen toplayıp Mersin’e dönmemek üzere Ankara’ya gitmemi tavsiye ediyordu. Neticede arayan Bakanlıkta sözü geçen bir daire başkanı idi ve söylediği şeyler son derece ciddi idi.
Haklıydı belki ama böyle bir görevlendirmenin araya hatırlı birilerini koymadan bu kadar basit olabileceği hiç alıma yatmıyordu. “Yok Üstad” dedim. “Valizimi toplayıp dönmeyeceğim Ankara’ya. Daha Başkan bey ile de görüşmedik bu konuyu. Şayet olursa, birlikte döneriz Mersine, o zaman toparlarım hem valizimi hen burdaki yarım kalan işlerimi.”
Ankara’da Başkan bey’e anlattım olan biteni. Dinledi sözümü kesmeden. Sonra;
– “Bakan bey bu görevlendirme için benden bir isim istedi. Ben de senin değil, başka bir Başmüfettişin ismini verdim. Ayrıca senin böyle bir talebinin olduğunu da yeni duyuyorum. Bu saatten sonra, verdiğim ismi değiştiremem ama şayet Bakan bey senin görevlendirmeni ister ise buna da karşı çıkmam.”
Valizimi toplayıp Ankaraya dönmemekte çok isabetli bir karar verdiğim anlaşılıyordu. Neticede Koruma ve Kontrol Genel Müdür Yardımcılığı’na yine dönem arkadaşım başka bir Başmüfettiş görevlendirilecek ve ben üstadım ile birlikte Mersin’e dönecek, bilirkişi raporumu da yazıp kargo ile DGM Savcısı Hakan Kızılarslan’a takdim edecektim. Temel olarak, düzenlediğimiz disiplin soruşturma raporunda yer verdiğimiz tespitler ışığında, “Genel Müdürlük yetkililerinin ithal edilecek gıda ve tarım ürünlerine ilişkin kontrol belgesi düzenlenmesinde, Buffalo davası sanıklarına ait bazı şirketler lehine tebliğ, yönetmelik ve talimatlara aykırı işlemler yaptıklarını,” her ne kadar Sayın Savcı Mahkemede aksini iddia edecektiyse de, “bu kişilerin bir örgüt bağı ile hareket ettiklerini ortaya koymanın mümkün olmadığını” belirtecektim. http://www.hurriyet.com.tr/buffalo-davasi-da-agir-cezada-38361853
Mersin’den sonra kısa bir Çanakkale seyehati ile Bufalo operasyonuna ilişkin çalışmalarımız tamamlanacaktı.
Peki biz bu çalışmaları yürütürken, suç duyurumuzun akibeti ne mi olmuştu?
Bir sonraki bölümde…
