BUFALO’DAN DELİ DANA’YA 8 SÜTUNA MANŞET YOLSUZLUK HİKAYELERİ (1)

Aklımda Kalanlar’ın bu bölümünde müfettiş olarak görev yaptığım 25 yıl boyunca karşılaştığım en önemli iki yolsuzluğun aklımda kalan hikayesini okuyacaksınız. Olayların tamamı belgelere dayanmakla birlikte, yorumlar ve değerlendirmeler şahsi görüşlerimdir. Küllenmiş tartışmaları yeniden alevlendirmemek, kabuk bağlamış  yaraları kanatmamak adına bu başlık altında benim ismimden başka bir Bakanlık çalışanının isimi yer almayacaktır.

Takvimler 2001 yılının Mayıs ayını göstermekteydi. Türkiye Ziraat Odaları Merkez Birliğindeki denetim çalışmalarını yeni bitirmiştik ki, gizli kaşeli sarı zarftan bu defa,  o tarihteki ismi ile Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü’nde yürütülmek üzere bir soruşturma görevi çıkacaktı.  İlerleyen tarihlerde heyetimize bir de müfettiş yardımcısı katılacak olmakla birlikte üç kişilik heyetin kıdem sırası itibariyle en kıdemsizi ben idim.

O yıllarda Türkiye,  İçişleri Bakanı Saadettin Tantan’ın “Paraşüt, Balina, Kartal, Kasırga, Matador, Fırtına, Beyaz Enerji” gibi ilgi çekici isimler ile gündeme getirdiği yolsuzluk operasyonları ile çalkalanmakta idi. Bu operasyonlarda kamuoyunun yakından tanıdığı birçok isim gözaltına alınmış ve daha sonra tutuklanarak cezaevine gönderilmişti. Erol Evcil, Yahya Murat Demirel, Nail Keçili, Ali Balkaner, Hayyam Garipoğlu, Dinç Bilgin, Cavit Çağlar, Tantan’ın Bakanlığı’nda cezaevi ile tanışmış, Beyaz Enerji soruşturması sonunda ortaya çıkan iddianame ise, ANAPlı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer’in istifasına neden olmuştu. (Kaynak: http://arsiv.ntv.com.tr/news/87001.asp)

Heyet olarak görevimiz işte bu operasyonlardan, Tarım Bakanlığı yetki ve sorunluluk alanına giren et ve balık ithalatları ile ilgili başlatılmış olan Bufalo operasyonu çerçevesinde Bakanlığımız çalışanlarının sorumluluklarını tespit etmek idi. O yıllarda henüz kapatılmamış olan Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı Hakan Kızılarslan’ın talimatı ile başlayan operasyon çerçevesinde çok sayıda üst düzey Bakanlık çalışanı göz altına alınmıştı. (Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/buffalonun-20-burokrati-39220355)

Göreve, Koruma ve Kontrol Genel Müdüründen alınan bir randevu ile başladık. Genel Müdürlük makamındaki isim bana hiç de yabancı değildi. Belki de  ilahi bir tesadüf olarak, üç yıl önce yurt dışı eğitim olurumu imzalatmak için koşuşturduğum günlerde, bana; “Sen müfettiş adamsın, bilmen lazım. Böyle belgeler ayak üstü imzalanmaz.” şeklinde fırça atan isim bu gün heyet olarak soruşturduğumuz kurumun Genel Müdürü idi. Her ne kadar o gün yaşanan diyaloğu hiç bir şekilde hatırlatmasam ve Genel Müdürlük Makamına saygıda kusur etmesem de  rollerin bu kadar kısa sürede değişmiş olması ve sayın Genel Müdürün o gün söylediği sözlerin sıkıntısını yaşıyor olduğunu bilmek  bana yetecekti.

Bir sonraki durak şimdiki Adalet Sarayında görev yapmakta olan Devlet Güvenlik Mahkemeleri idi. Heyet başkanımız DGM Savcısı Hakan Kızılarslan’dan randevu almıştı. Bu randevu çerçevesinde bizi ilk olarak DGM nin arka kapısında bir kaç gazetecinin patlayan fılaşları karşıladı. Resmi bir araçtan inen, resmi kıyafetli, elleri çantalı üç kişi ilgilerini çekmişti. Ne ile ilgili olduğunu bilmeksizin herhangi bir şeyi kaçırmamak adına DGM ye girişimiz bir kaç muhabir tarafından fotoğraflanmış ancak sorularına cevap alma çabaları yetersiz kalmıştı.

Genç bir savcı idi Hakan Kızılarslan. Bizi sıcak bir tavır ve güler yüzle karşıladı. Heyet başkanımızın beni tanıtırken “Amerikada master eğitimini tamamlayıp aramıza yeni katılan…” şeklindeki tanımlaması Hakan bey’i ne kadar etkilemişti bilemiyorum ama benim çok hoşuma gitmişti. Hakan bey’den talebimiz kısa ve net idi. Bufala operasyonu iddianamesinden Bakanlığımız çalışanlarını ilgilendiren kısımları almak ve bir an önce sorumlu personel ile ilgili idari soruşturmayı tamalamak. Ancak bu net talebimize net bir cevap almak bu kadar da kolay olmayacaktı. Hakan bey’in bu talebimize neden net bir cevap veremediğini ise ilerleyen günlerde İddianameyi incelediğimizde görecektik.

İddianame temel olarak Ishak Romano isimli bir iş adamının, Inter Gıda ünvanlı bir firma ile Başak ve Burçak isimli iki paravan şirket üzerinden balık ithalatı adı altında genel olarak hindistan menşeli etleri, Türkiye’ye  yasal olmayan yollar  ile ithalatı üzerine inşa edilmişti. Maddi boyutunun o tarihteki para birimi ile 500 tirilyon Türk Lirasını bulduğu ifade edilmekte idi.  Bizi ilgilendiren yönü ise; Tarım Bakanlığı’nın her türlü gıda maddesinin ithalatına izin vermek ve bu malların ülkeye girişinde gerekli kontrolleri yapmakla görevli olması idi. Bu noktadan hareket edilmiş ve gözaltılar Bakanlık bürokratlarının somut olaylara dayalı sorumlulukları ortaya konulmaksızın, genel olarak görevlerini gerektiği gibi yapmadıkları yaklaşımı ile gerçekleştirilmişti.

Hakan Kızılarslanın makamından ayrılırken anlamıştık ki; Savcı bey’in bizden beklentisi Bakanlığımız çalışanlarının sorumluluklarını netleştirmemiz ve kendi işini bir noktada kolaylaştırmamızdı. İlerleyen günlerde bilirkişi olarak çalıştırmak üzere Kuruldan bir de müfettiş talep edecekti Sayın Savcı. Bu talebini ilk olarak bize bildirmiş ve önceden tanıdığı, o tarih itibariyle Başkan Yardımcısı olarak görev yapmakta olan veteriner hekim bir müfettişin görevlendirilmesini ismen istemişti. Bu konuşmayı biz olduğu gibi Kurul Başkanına iletecek, ancak Başkan bey talep edilen bu isme şiddetle karşı çıkacak ve bilirkişinin heyetimizden birisi olması gerektiğini ifade edecekti. Makamdaki kısa tartışmanın ardından bilirkişilik görevi benim üzerimde kalmıştı.

Bilirkişi olarak görevlendirilmemi müteakip, Çankaya Vergi Dairesinin Atatürk Bulvarıdaki binasının üçüncü katında, çalışmalarımı yürütebilmeme yönelik bir de oda tahsis edilmişti. Binanın bu katı yürütülen diğer operasyonların da merkezi konumunda idi. Farklı Bakanlıkların müfettişleri farklı konuları burada inceliyorlardı. Bu odada beni bekleyen, herhangi bir dizi pusulasına bağlanmaksızın, gözaltılar sırasında firma ve iş takip bürolarında el konulan iki çuval dolusu belgeydi. Bu belgeleri incelemem, Bakanlık arşivindeki resmi belgeler ile karşılaştırmam ve Bakanlık bürokratlarının sorumluluklarını ortaya koymam bekleniyordu.

İddianamede çok çarpıcı ve ilginç ifadeler vardı. Örneğin bir firma çalışanı Tarım Bakanlığının ülkeler ile ilgili koymuş olduğu yasakların kendilerini hiçbir şekilde etkilemediğini, ürünlerin menşeylerini sahte  mühür ve sahte imzalı belgeler ile istedikleri gibi değiştirebildiklerini, her türlü sağlık sertifikasını her ülke için düzenleyebildiklerini itiraf ediyordu. El koyulan sahte mühür ve düzenlenmiş sahte sertifikalar da bu ifadeyi doğrular nitelikte idi.

Firma bürolarında el konulan ilginç belgelerden biri, Koruma ve Kontrol Genel Müdürlüğü’nün resmi mührü ile mühürlenmiş boş bir kontrol belgesi idi. Bu belge; Sayın Savcının et kaçakçılığı yapan firmanın Bakanlık çalışanları ile irtibatlı olduğu yönündeki kanaatini destekleyen en önemli delil niteliğindeydi. Önem atfedilen ve iddianamede yer verilen ancak hiç bir önemi olmayan döküman ise boş kontrol belgeleri idi. Savcılığın teknik bilgi eksikliği nedeniyle Resmi gazetede örneği yayınlanan dolayısıyla kıymetli bir evrak niteliği olmayıp heryerde bulunması mümkün olan boş kontrol belgelerinin firma bürolarında bulunmuş olması yolsuzluk konusunda önemli bir delil olarak nitelendirilmiş ve iddianamede yer almıştı.

İddianamenin güçlü olduğu ve bizim de muhatabının ağır şekilde cezalandırılmasını teklif edeceğimiz konu ise, yukarıda isimlerini ziktettiğim üç firmadan birine, yanlış hatırlamıyorsam Başak Tarım Ürünleri isimli firmaya üç yıl ithalat yasağı getirilmiş ve bu yasak kararı Resmi Gazetede yayınlanmış olmasına rağmen Genel Müdürlüğümüz tarafından ithalat izni mahiyetinde kontrol belgesi verilmiş olmasıydı ki,  Genel Müdür Yardımcılarından birinin sorumlu olduğu bu iddia tamamen doğru idi. Bakan bey’in hemşerisi bu Genel Müdür Yardımcısının hem yasak kararının yayınlandığı resmi gazeteyi okuduğuna dair parafı, hem yasaklı firmaya ithalat izni veren kontrol belgesinde imzası mevcut idi.

Bu soruşturma yaklaşık 6 ay sürecek, soruşturduğumuz konu dışında, bu soruşturma sırasında yapmış olduğumuz tespitler ve Kurul Başkanlığına yapacağımız suç duyurusu da en az Bufalo operasyonu kadar ses getirecek ve gündem oluşturacaktı. Bu tespitler ile ilgili ayrıntıyı sonraki bölümlere saklıyarak Bufalo operasyonuna geri dönecek olursak;

Türkiye’nin gıda güvenliğini düzenlemek gibi son derece önemli bir görevi üstlenmiş Genel Müdürlükte gördüğümüz manzara içler acısı idi. Genel Müdürlük tarafından düzenlenmiş çok sayıda problemli belgeye ulaşmamız mümkün olmuyordu. Şans eseri yada bir personel tarafından bize kasıtlı olarak verilmiş olabileceğini değerlendirdiğimiz elektronik ortamda son üç yıla ait düzenlenmiş oldukça kabarık kontrol belgeleri listesinden sorunlu olabileceğini düşündüğümüz belgeleri talep ediyorduk ancak bu kontrol belgelerinin  ilgili personel, şube müdürü ve daire başkanı tarafından paraflanmış olması gereken suretine ulaşamıyorduk. İlginç bir şekilde  5-6 sayfadan  oluşan çok sayıda kontrol belgesi ve eki evrakın, bu evrakı düzenleyen personeli gösterir kapak mahiyetindeki üst yazısı koparılıp alınmıştı.

Bu belgeleri tarih sırasına koyup incelediğimizde ilgili Daire Başkanının parafı olması gereken belgelere karşılık geldiği, örneğin bu şahsın izinli yada yurt dışında görevli olduğu dönemlere ilişkin hiç bir evrakın kaybolmadığı görülmekte ise de, Daire Başkanını, parafladığı sorunlu olabilecek evrakı yok etmekle suçlamak mümkün olmayacak, ancak arşiv güvenliğini almama fiilinden dolayı pek de ağır olmayan bir disiplin cezası ile cezalandırılmasını teklif edecektik.

Bir diğer sorunlu konu, sahte sağlık sertifikalarının kullanımı konusu idi. Bu sahteciliği Bakanlığımız personelinin anlayabilmesinin mümkün olmadığı görülüyordu. Zira karşı taraf usta işi sahte belgeler düzenlemekteydi. Ancak incelemelerimiz sonunda görecektik ki; bu zahmete katlanmak istemeyen firma yetkilileri ürettikleri sahte sertifikaları tekrar tekrar kullanmışlar ve bu sahte sertifikalar ile miktarlarının çok üzerinde mal için kontrol belgesi almışlardı. Öyle ki; aynı sahte sertifika aynı gün imzaya sunulan iki ayrı kontrol belgesinin ekinde de kullanılmış ve aynı yetkili kişilerce paraf ve imza edilmişti.

Yaklaşık altı ay süren soruşturma sonunda oldukça kapsamlı bir disiplin soruşturma raporu hazırlamıştık. Adli yönü zaten DGM Savcılığınca incelenmekte olduğundan bu yönde bir teklif getirmemiz gerekmiyordu.  Genel Müdür Yardımcısından teknik elemana kadar uzanan çok sayıda kişiye, çok sayıda disiplin cezası teklifinin yer aldığı raporumuzu Başkanlık Makamına sunduk.

Raporumuz incelenmek üzere veteriner hekim kökenli bir başkan yardımcısına havale edilmişti. Yaklaşık bir hafta sonra bu Başkan Yardımcısı beni çağırarak rapora ait disketi talep etti. Sayın Başkana sunmak üzere “Olur” hazırlayacağını ifade ediyordu. Çok şaşırmıştım zira Başkanlığın teklif ettiğimiz cezaları ağır bulacağını tahmin etmek zor değildi.  Ve bu gibi durumlarda konu, rapor olur’u hazırlanmadan Başkan Yardımcısı ile müfettişler tarafından tartışılır ve netlik sağlandıktan sonra “Olur” hazırlanırdı. Biz Başkanlık ile ciddi bir tartışma yaşayacağımızı düşünürken Başkanlığın “Olur” hazırlama girişimi şok etmişti bizi.

Konunun düşündüğümüz gibi olmadığını, ertesi gün heyet olarak Başkanlık Makamına çağrıldığımızda anlayacaktık. Sayın Başkan net konuşuyordu. Raporu okuduğunu, teklif etmekte olduğumuz cezaların çok ağır olduğunu, raporu bu şekli ile Sayın Bakan’a sunmasının mümkün olmadığını, bu fiillere en ağırından “Kınama” cezası verilebileceğini ifade ederek, raporu bu şekilde değiştirmemizi istiyordu. Uzun bir tartışmanın ardından, yeteri kadar tartıştığımızı, artık bir karar vermek durumunda olduğumuzu söyleyerek, bana döndü. Son kararımı soruyordu. Heyetin en kıdemsiz üyesi idim. Neden benden başlamıştı sormaya? Sanırım Kurul’a yeniden kabul edilmem sırasında bana yapmış olduğu iyiliklerin diyetini istiyordu ve bir kişinin kırılacak direnci ile heyetin teslim olacağını düşünüyordu. Karar vermek zor da olsa, yapılan tartışmanın raporu yazarken oluşan kanaatimi değiştirmediğini ifade ettim. Sırada diğer heyet üyeleri vardı ve onlarda benzer şeyleri söylediler. Sayın Başkan sinirli bir ses tonu ile görüşmenin bittiğini, raporumuzun en kısa sürede yazılı olarak tarafımıza iade edileceğini bildirdi.

Makamdan çıktıktan sonra kendi aramızda bir değerlendirme yaptık. Çıkan sonuç; işin içerisinde DGM nin olması ve raporumuzun bir suretinin DGM Savcılığına gönderilecek olması nedeniyle, Başkanlığın; hiç bir şekilde bize sözlü olarak beyan ettiği hususları yazıya dökemeyeceği, dolayısıla bülöf yaptığı, hatta Başkan yardımcısının Başkanın bilgisi olmadan Olur hazırlama girişiminin, bir şekilde Başkandan farklı olarak bizim düşüncelerimize iştirak ettiğini ortaya koyma çabası olduğuna karar verdik.

Olaylar tam da düşündüğümüz gibi gelişmiş, geri adım atan Başkanlık Makamı olmuştu. Bu defa Başkan yardımcısının odasında yeni bir görüşme gerçekleşecek ve “Kademe İlerlemesinin Durdurulması” cezasının çok ağır olduğu, bu cezanın bir derece hafifi olan “Aylıktan Kesme” cezası şeklinde değiştirilmesi talep edilecekti. Her iki cezanın tanımında da kasıt unsuru gözetilmekte idi ve bahse konu hatalı fiiller  her iki ceza tanımlamasına da uyabilen fiillerdi. Bu defa itiraz etmedik. Nihayetinde ilk geri adımı Başkanlık atmıştı ve teklif uygulanabilecek bir teklifti.

Ancak devamında görecektik ki; Başkanlık bu pazarlıkta samimi değildi. Önce bize, cezayı bir basamak geri çektirmiş, sonra hazırlanan Olur’da da, Başkanlık görüşü kullanarak teklif ettiğimiz cezayı bir derece daha hafifletmiş ve “Kınama” cezasına çevirmişti. Esasen  doğrudan bunu yapma şansı da vardı ama teklif edilen cezayı iki kademe birden hafifletmek riskli görülmüş olacak ki, önce bize bir adım geri attırılarak Başkanlık görüşü daha makul bir şekle sokulmuştu.

Ve yine sonradan öğrendiğimiz kadarıyla bu kıymetli Genel Müdür Yardımcısının, almış olduğu “Kınama” cezasına yapmış olduğu itiraz Bakanlık Disiplin Kurulunda kabul edilecek ve bizce memuriyetten ihraç cezasından bir kademe hafif olan ceza ile tecziye edilmesi gereken kişi, bu hatalı fiilinin karşılığı hiç bir ceza almayacaktı.

Yorum bırakın