Yeni Bir Başlangıç

Müfettış olarak olmasa da, geçici görevli mühendis olarak yeniden Teftiş Kurulunda göreve başlamıştım. Görevim Teftış Kurulu’nun bilgisayar alt yapısının kurulumu ve Başmüfettiş Sedat Aktuğ’un başlatmış oldugu elektironik ortamda bir veri tabanı oluşturulması çalısmasına yardımcı olmaktı. Denetim yapmam mümkün değildi. Dolayısıyla denetim çalısmalarına katılamıyordum ama bunu çok da dert etmiyordum, zira başmüfettiş olarak atanabilmeme yönelik yazılmış üçlü kararnamenin imzalanmaması için hiç bir sebep görmüyordum.

Her ne kadar düşündüğüm kadar kolay olmayacak,  ben bu pozisyonda altı ay çalışmaya devam edecek ve bu atama ilerleyen yıllarda “Nitelikli Dolandırıcılık” yaptığım yönünde Başbakanlığa yapılacak bir şikayete konu edilecek idiyse de, tanıdığım ve sevdiğim iş arkadaşlarımla yeniden birlikteydim ve bu bana yetiyordu.

Teftiş Kurulu ilk kalabalık müfettiş yardımcısı alımını bizim girdiğimiz dönemde yapmıştı. Üstadların ifades ile bu büyüklükte bir grubun (13 kişi) sağlıklı olarak yetiştirilebilmesi mümkün değildi ve bu konu, Kurul Başkanı Yusuf Demirel’in ağır eleştiriler almasına sebep olmuştu ama sonraki alımların hiç biri daha az sayıda olmayacaktı.

Nitekim yurt dışında olduğum yıllarda DSP azınlık hükümeti şu günlerde Başkan Yardımcılığı görevlerini yürüten bizden daha kalabaık bir grubun alımını gerçekleştirmiş, 2000 yılının ortalarında da koalisyon ortağı MHP li Tarım Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in Olur’ları ile yine  müfettiş yardımcılığı sınavı açılmıştı. Kurul hızla sayısal olarak büyüyor ve gençleşiyordu.

O gün Başkan yardımcısı Mehmet Ali Katı’nın odasında sohbet ediyorduk. Hemen karşı köşedeki Kurul kütüphanesinde müfettiş yardımcılarının mülakat sınavı yapılmaktaydı. Mülakata bizzat sayın Bakan Hüsnü Yusuf Gökalp de iştirak ediyordu ve açık duran oda kapısından sırasını bekleyen adayların heyecanlı bekleyişlerini görmek mümkündü.

Açık duran kapıyı tıklatarak bir aday girdi içeri. Mehmet Ali bey o sırada bilgisayarda birşeyler yazmakla meşgul olduğu için bana hitaben;

“Efendim; ben mülakaat listesinin son sırasındayım. Adaylar bu listeye göre içeri çağrılıyor ve benim öğleden önce mülakata girme ihtimalim yok. Çok önemli bir işim var yapılması gereken. Şimdi gidip öğleden sonra gelsem olur mu?”

Mehmet Ali bey halen meşguldu ve soruyu duymamıştı bile. Cevabı ben verdim.

“Delikanlı; biliyorsun mülakat heyetine Sayin Bakan başkanlik ediyor. Diyelim ki öğleden önce bir de listenin sonundan birini çağıralım derse, heyet üyelerinin olmaz efendim deme şansları varmı sence?”

– “Haklısınız efendim. Beklemem daha doğru olacak sanırım.”

Bu görüşmeden 10 dakika sonra, kapıdaki görevli “Bahadır Topal” ismini yüksek sesle bağırıyordu ve apar topar içeri giren kişi biraz önce bu ilginç diyaloğu yaşadığımız gençten başkası değildi.

Üç aylık geçici görevlendirmenin süresi dolmuş ancak atamam halen yapılamamıştı. İhtiyacın devam ettıgine dair bir yazı ile süre 6 aya uzatılmış ama süre uzadıkca  bekleyiş de sıkıntılı bir hal almaya başlamıştı ve malesef tek sıkıntılı konu bu da değildi.

Amerika’da dönüş için   valizlerimizi toplamaya başladığımız günlerde idi. Alp’in ateşini bir türlü düşüremiyorduk. Bademcikleri şişmişti. Sağlık sigortası olmadığı için hastaneye de götüremiyorduk zira yapılacak basit bir muayene ve tedavinin dahi faturası oldukça yüksekti. Bir keresinde bu yolu denemiş ve gelen 400 Dolar civarındaki faturayı 4 taksitte ödemiştim. Türk arkadaşlardan birinin tavsiyesi ile Kızılderili’lere ilk derece sağlık hizmetlerini ücretsiz sunan bir sağlık birimine gittik. Yok demediler ve genç bir doktor Alp’i muayene etti. Rutin bir muayene idi bu. Sırtını, göğsünü vs dinledi bir iki basit ilaç yazdı ama bir de kalp EKG sini görmek istedi. Muayene ücretsizdi ama EKG için ücret ödemem gerekiyordu. Bunun nedenini sordum. Alp’in sağlık sigortasının olmadığını, çok gerekli ise cektirebileceğimi ama üç aya kadar Türkiye’ye döneceğimizi, dolayısıyla Türkiye’de daha ileri tetkikleri yaptırabileceğimi söyledim. Doktor; Alp’in sıklıkla düşme, bayılma gibi rahatsızlıkları olup olmadığını sordu. Hiç karşılaşmamıştık. “Kalbini dinerken üfürüm olarak isimlendirdiğimiz normal olmayan bir ses duydum. Bayılma veya vucutta morarma gözlemlemediğinize göre yanılmış olabilirim ama ülkenize döndüğünüzde bir EKG çektirseniz iyi olur, aklınızda kalmasın.” diyerek açıkladı gerekçesini.

Biz de aklımızda kalmasın diye gelmiştik Hacattepe Hastanesine. Alp’in dünyaya gözlerini actığı yerdi bu hastane ve biz herhangi bir rahatsızlığı olmamasına rağmen doğumu takip eden 6 ay “Sağlam Çocuk” olarak isimlendirilen birimde bir profesöre her ay rutin olarak muayeneye getirmiştik Alp’i. Herşeyin son derece normal olduğu ifade edilmişti her muayene sonrasında.

Bu defa Kardiyoloji bölümünde EKG sonuçlarına bakan bayan profesör “Bu çocuğun kalbinde delik var.” diye başladı söze. Ayaktaydım. Birden bir halsizlik hissettim tüm vucudumda. Biryerlere oturmak istedim ve bir kaç adım gerimdeki tabüreye oturuverdim. Profesör söylediği cümlenin bende yarattığı etkiye bakarak gülümsedi ve “Heralde siz kalp hastalıkları ile ilgili pek birşey bilmiyorsunuz.” diye devam etti. Hayır bilmiyordum. Koyulan teşhis bana hüzünlü Türk filimlerinde kalbi delik olan ve bir kaç aylık ömrü kalmış çocukları hatırlatmştı birden.

Sonrasında uzun uzun anlattı doktor, bu rahatsızlığın kalp ile ilgili yaşanabilecek en basit rahatsızlıklardan biri olduğunu, zaman zaman ameliyata bile gerek duyulmadığını vs.

İlerleyen süreçte esasen rahatsızlığın delik olmadığı, kalbe açılan damarlardan birinin yanlış bir bölmeye açıldığı ve bir ameliyatın gerekliliği heyet kararı ile bize bildirilecek ve Ankara Hastanesi Kalp Merkezinde Profesör Adnan Uysalel tarafından açık kalp ameliyatı olacaktı Alp.

Beklemesi, doktor ve hatane seçimi son derece sıkıntılı bir süreçti. Ama çok şükür her şey yolunda gidecek ve başarılı bir ameliyat sonrası hızla iyileşecekti Alp. İki yıl sonraki rutin kontrolünde de doktoru tarafından tüm değerlerin noral olduğu ve   sağlıklı bir insandan herhangi bir farkının kalmadığı ifade edilecekti.

İşte tam da bu sıkıntılı günlerde gelmişti atandığıma dair güzel haber. Telefonun diğer ucunda Müfettiş arkadaşım Mustafa Baş vardı. Kararnamenin 24 Ekim 2000 tarihli Resmi Gazetede yayınlandığını söylüyordu.kararname2

Yorum bırakın