Yozgat’a geldigimizde iki aylik suremiz ve denetlenecek iki kurumumuz vardi. Biz ikinci ayin ilk ceyregini tuketmistik ama halen ilk kurumun denetimini bitirememistik. Donem arkadaslarinin Kemal bey’e neden “Izdirap Kemal” dediklerini daha iyi anliyordum. Kemal bey ile isler biraz yavas ilerliyordu. On gorulen surede, degil iki kurumun, Il Mudurlugunun denetiminin tamamlanmasi bile mumkun gozukmuyordu.
Elbette bu durumu Yusuf bey’e izah etmek heyet baskanina dusecekti ama her bir heyet uyesinin de payina birseyler dusecegi kesindi. Sanirim yetkisiz bir mufettis yardimcisi olarak heyetin en rahati bendim.
Bir hafta suresince, kar yagisinin hic durmadigina ben ilk bu sehirde tanik olmustum. Aslinda pek emin de degildik yagip yagmadigindan zira hizini hic kesmeyen ruzgar yerdeki kari kaldirip yeniden saga sola savuruyor, misafirhanemizin onundeki kucuk rampa her gun temizlenmesine ragmen her aksam yeniden bir kar tepecigi ile kaplaniyor ve biz bu tepecigi astiktan sonra bizi almaya gelen araca binebiliyorduk.
Bu sartlarda gecilen Subat ayindan sonra, Mart ile birlikte nihayet gunes yuzunu gostermis hava yumusamisti. O gun ogle arasinda sehir merkezinde kucuk bir yuruyus yapmaya karar vermistik. Bir miktar yukselen hava sicakligi kaldirimlari kaplayan kalin buz tabakasini eritmeye yetmemis, ust kisminda bir iki santimlik kahverengimsi bir camur, kar ve su karisimi olusmustu. Yurume fikrinin pek de yerinde bir karar olmadigini anlamis olsak da cikmistik bir kere. Atttigimiz her adima dikkat ederek pek de kalabalik olmayan kaldirimlarda dolasiyorduk.
Kemal bey her zamanki gibi şık giyinmisti. Uzerinde krem rengi bir pardesü ve takim elbisesi ile uyumlu ayakkabilar vardi. Pantolon pacalarini camur etmemeye en cok ozen gosteren kisi de yine Kemal bey idi. Ama olan oldu ve birden ayagi kayiverdi. Oyle tokezleme falan degildi bu. Ustad boylu boyunca uzanmisti camurlu suyun icerisine. Agir cekim bir film seyreder gibiydim. Saskin bakislarimiz arasinda bizim yardim etmemize firsat vermeden ayaga kalkti. Once camura bulanmis üzerine bir bakis atti, sonra kısık gozlerini yukarilarda bir yere cevirip isaret parmagi acik, sag elini havaya kaldirdi. Sesi de gozleri gibi kısık ama cok sinirli idi;
– “Ulan Yusuf Demirel senin…”
